Mithatpaşa Cad. No:66/6 Tel: 0312-419 38 65 Fax: 0312-419 76 25
Konunun hukuksal açıdan incelenmesi bizi belli sonuçlara götürmektedir. Demokratik düzen içinde neyin yapılabileceğinin neyin yapılamayacağının gerçek ölçüsü Anayasadadır. Bilmeden iyi düşünmeden Anayasaya, dolayısıyla demokrasiye aykırı kararlar vermek mümkündür. Hukuk Devleti böylesine kararlarla sarsılır.
Bu tür kararların birikimi demokrasiyi hırpalar, belki de yıkar.
Bu konuda yabancı anayasaları iki grupta toplayabiliriz. Birinci grupta Diktatörlük Anayasaları yer alır. Bunlar sağ ve sol anayasalar olabilir, ikisinin ortak yanı diktatörlük eğiliminde toplanır. 1946 Arnavutluk anayasası (md. 27) "Halkın kültürünü geliştirmek amacıyla devlet sanatı teşvik eder" hükmünü, 1948 Çekoslovak Anayasası (s.20. n.2) "Halkın kültür ihtiyacı"nı sağla¬mak ölçüsünü benimsemiştir. Sovyet Rusya anayasasında özel bir hüküm yer almamıştır. Yalnız bu Anayasadaki (m. 123) çalışanların menfaatine uygun düşmek, sosyalist örgütleşmenin güçlenmesi amacına yönelik olmak kaydı ile özgürlüklerin korunacağı yolundaki hükme dayanılmaktadır. Görüldüğü üzre bu anayasaların hepsi "güdümlü sanatı" benimsemişlerdir.
1933 Kooperatif Portekiz Anayasasında şu hüküm yer alıyordu: "Sanat ve Bilim, bunların gelişimi. öğretimi, yayılması, Anayasaya devletin düzenleyici işlemlerine uygun olmak koşulu ile korunur ve teşvik edilir".
Devletin özel tiyatrolara yardımından yararlanacak kuruluşlar aarasında ayrım yapıldığı. bazı tiyatroların yardım dışı bırakıldığı anlaşılmaktadır. Yardım dışı bırakılan tiyatrolar arasında gerçek sanatı yansıtanlar da vardır.
Yardımın "gizli gerekçe" ile kesildiği bildirildi. Ayrıca yayınlanan habere göre karar oybirliği ile alınmıştır. (Cumhuriyet 20 Ağustos 1986) O halde tartışmalı bir konu ile karşı karşıyayız.
Acaba devlet yardımı yapılırken yardıma layık görülenlerle görülmeyenler arasında bir ayrım yapmaya olanak var mıdır? Yardımın devlet adına olduğu düşünülürse hükümetin bir organı böyle bir ayrım yapmağa kendini yetkili görebilir mi?
İtalya'da faşizm döneminde, resmi tutum "faşist sanat politikası" olarak özetlenebilir (bk. Bottari, Politica facista dele arti, Roma 1940).
Görüldüğü üzere totaliter rejimlerde sanatın anayasal güvencesi farklı ve koşullu anlaşılmaktadır. Totaliter devlet anlayışı "resmi sanat politikası"nı bağlıdır.
Sağ ve sol Anayasalar sanatın belli sınırlar içinde kalmasını isterler ve devletin yardımı şarta bağlanmıştır.
İkinci grup anayasalar ise demokrasi ilkelerine uygun olanlardır. Bu anayasalar "tercihli, güdümlü sanat anlayışı"na yer vermezler. İlk anayasamızda sanata ilişkin hüküm yoktu. 1961, 1982 Anayasalarımız konuya berraklık getirdi, "sanat özgürlüğünü" tanıdı, sanatı, kayıtsız şartsız güvence altına aldı.
Sanat özgürlüğünün Anayasalarda yer alması Weimar Anayasası ile başlamış, zamanla diğer Anayasalara, 1961 Anayasasıyla da anayasa Hukukumuza geçmiştir. Kuşkusuz Weimar Anayasasından evvel de bazı Anayasalarda dağınık ve duraksamalı hükümlere rastlanıyordu. Fakat sanat özgürlüğüne açıkça yer verilmesi Welmar Anayasası ile olmuştur.
Weimar Anayasasındaki hüküm (m.42) şu idi: "Sanat bilim ve bunların öğretimi serbesttir. Devlet bunları korur ve gelişmelerine katılır". Weimar Anayasasının bu hükmü Yeni İtalyan Anayasası hazırlanırken örnek tutulmuş (bk. Leone s.97, nt.5 Tutanak, V. 3343, s.98), İtalyan Anayasasındaki hüküm (m.12) 1961, 1982 Anayasamıza etkili olmuştur.
Demokratik Anayasalar "tercihli, güdümlü sanat anlayışı"nı reddeder. Nitekim 1982 Anayasası (1961 Anayasasına uygun olarak) 27. Maddesinde şu hükmü getirmiştir: "Herkes, Bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir". Böyle bir hükümle yetinilmiş, hangi sanatın tercih edildiği gösterilmemiştir. Bu bir unutma sonucu değil bilinçli bir davranıştır.
Demokratik anayasalarda güvence altına alınan "sana'tın "tanım"ı yapılmamış, "amaç"ı gösterilmemiştir. Sanatın resmi tanımı ve amacı saptanırsa bunun "sanat özgürlüğü"nü sınırlamayla sonuçlanacağı düşünülmüştür. Bu açıdan nenin sanat sayılacağı konusunda yargıcın takdir hakkı esasında "takdir sorumluluğu"dur. Bu alandaki gelişme göz önünde tutulmazsa bu hak isabetli kullanılamaz. Sanatta "diyeceğin varsa var demeksin" dizesi Anday'ındır. Her büyük sanatçının, dünya ölçüsünde söylediği bir “söz" vardır, açıklamasa da onu bulmak bize düşer.
Sanat toplumsal şaşkınlıktan yararlanmak sinsiliğinin iki yüzlülüğürıü görmek olanağını sağlayabiliyor. Böylece çağımızın özgür sanat toplumsal profilaksi gösterebiliyor. Tabii özgür kalabilirse, görevi resmen tanınmış olursa, Anayasaların ilan ettiği, gerçek "güvence" sağlanmış ise. "Çürüyen bir toplumsa sanat doğru sözlüyse çürümeyi de yansıtmak zorundadır" (Ficher, E).
Steinbeck' in "Gazap Üzümleri" sosyal sorunlar ve bunun çözümleri romanıdır. Bu ve bu gibi yapıtlar hukukta "Ekonomik ve sosyal haklar"ın kökeni olmuşlardır. "Felaketler ne kadar arka arkaya gelirse gelsin, insanların yaşamından umut kesmemeleri gerektiği" büyük romancının bütün yapıtlarının sonucudur.
O halde demokratik Anayasalar sanatın tanımını yapmamışlardır. Çünkü her tanım bir sınırlama getirir. Bu sebeple Türk Anayasa hukuku açısından özel tiyatrolar arasında bir ayrım yapmanın bir kısmını yardıma layık görmenin; bir kısmını görmemenin yasal dayanağı yoktur. Hükümet, devlet
demek değildir. Bu günkü hükümetin kabul ettiği ilkelere göre "layik" görülmeyen bir sanat anlayışı, bir başka hükümete göre "yararlı" görülebilir.
Bu tutumlar toplumu dar ve belli kalıplara sokrnayı amaçlar. Böylesine davranışlara "Devlet tasarrufu" diyemeyiz. Bunlar küçük hesaplardır.