İtiraf, bir suçlunun suçunu "İkrar" etmesidir.
Sanığın psikolojisi, usul kaideleri bakımından, özellikle sorguda toplanır. Sorgu esnasında ya açık veya üstün kapalı (müevvel) bir ikrar (itiraf) elde etmek mümkündür.
İtiraf etmek bilmeye bağlıdır. Suçu gerçekten işlemiş olan bir kimsenin dahi, hadisenin cereyanı hakkında bazı şeyleri bilmemesi mümkündür. Bu sebeple sanığın inkar yoluna saptığı iddiası her zaman doğru sayılamaz. Bu bakımdan suçları ikiye ayırmak mümkündür: Beklenilmeyen suçlar, hazırlanmış suçlar, birincisinde failin bilgisi, bazı noktalarda belirsiz, eksik olabilir. Örneğin tehevvüren katil hadiselerinde suçlunun içinde bulunduğu psikolojik durum birçok hususlarda olayın ayrıntılarından bahsetmek imkanını ortadan kaldırabilir. Bu inkar sayılmamalıdır. İkincilerde ise suçlunun daha fazla bilgi sahibi olacağı şüphesizdir. Fakat her iki halde de tam ve bütün ayrıntıyı kapsayan bir itiraf beklemek güçtür. Çünkü suç anında failde bir heyecan hali mevcuttur ve bu hal algılamanın tam manası ile oluşumuna engeldir. Bu sebeple suçlunun vak'ayı hatırlayamaması her zaman inkara işaret etmez. Hadiseyi tamamiyle hatırlayamama bazı suçlarda daha açık bir durum gösterebilir, ihtiras suçlan bu gruba dahildir.
Suç hadisesinde, failin dikkati belirli noktalar üzerinde toplanmıştır. Bu sebeple iradi bir dikkat neticesinde elde edilen bilgiler suçluda kasıtlı bir delil toplama isteğine işaret eder. Bu hal özellikle, suç anında başka bir mahalde olduğunu ispat etmek arzusu ile hareket edenlerde gözükür. Bu maksatla hareket eden suçlular, suçu işledikten sonra vak'a mahallinden süratle uzaklaşır. Ve bir başka mahalde kendilerine dikkat edilmesini temin edecek çarelere başvururlar ve o mahalde cereyan eden hadiselere, daha sonra savunmalarında ortaya atmak istedikleri için, azami derecede dikkat ederler. Ve bu gibi suçluların beyanlarında anormal bir açıklık görülür. Yargıçlar genellikle itiraf ta bulunan suçluya karşı daha yumuşak davranırlar. Bu yumuşaklık itiraf neticesinde usul muamelelerinin kolaylaştırılmış olmasına değil, suçluda gerçek bir pişmanlık duygusu gözlemlenmesine dayanmalıdır.
Yargıtay bu duyguya dayanmayan ikrarın takdiri azaltıcı sebep olarak kabulünü yolsuz saymaktadır (I.CD. 5 Mayıs 1928, k. 1549).
Sorguda görünen dış tepkilerin önemi büyüktür. Fakat tepkilerin suçluluktan ziyade sanığın ruh yapısı ile ilgisi vardır. Suçsuz olduğu halde yargıcın karşısında sararan, heyecanlanan sanıklara rastlama imkanı olduğu gibi suçlu olduğu halde soğukkanlılığını koruyanlar mevcuttur. Telkin kabiliyeti büyük olan veya sinirli yapıda olan masum sanıklar, onları sorguya çekenler üzerinde suçlu etkisi yapabilirler.
Sorgu esnasında rastlanan hissizlik, ilk defa suç işlemiş veya suçu itiyat etmiş olmak veya tesadüf suçlusu sınıfına dahil bulunmak arasında ilgi mevcuttur. Suça karşı doğuştan bazı eğilimlere sahip olanlarla, itiyat suçlularında, kendilerine hakim olma bakımından, büyük bir kabiliyet mevcuttur, tavırlarında ilgisizlik ve sükunet gözükür, kendilerinde mevcut veya sonradan meydana gelmiş bulunan ruhi bir anestezi, her türlü gayri iradi tepkiyi önleyebilecek kabiliyettedir.
Tahkikat sırasında masum - sanık, suçlu - sanıktan daha güç durumdadır. Suçlu sanık hadiseyi bilmekte ve ilk sorgusundan itibaren kendisine bir savunma planı çizmiş ve çeşitli sorulara cevaplarını hazırlamış bulunmaktadır. Masum sanık ise hadiseyi bilmemekte ve bir çok hususlar da, kendisinden saklanmaktadır. Bu sebeple sözlerinde görülen bazı çelişkilerin kaynağını onun suçluluğuna değil bir adaletsizliğe, yanlışlığa uğrama ihtimalinin doğurduğu endişeye atfetmek daha doğrudur. Adli hataların işlenmekte olduğu bir gerçektir. Bu sebeple adli bir hataya uğramak korkusu masum olan her sanıkta meşru bir korkudur.
İtirafa en fazla kan suçlarında rastlanır. Suçlu, suçu işlemeden evvel ve suçu işlerken, kendinde o suçu işlemek için haklı sebepler bulunduğuna emindir, suçtan sonra genellikle vicdan azabı başlar, pişmanlık duygusu, onu itiraf etmeğe, bu suretle iç dökmeğe mecbur tutar. Halbuki ihtiras suçlarında normal ahlaki şahsiyet ile suç arasında bir çelişki gözükür, dış unsurların etkisi altında bulunmadığı zaman ihtiras suçlusunun ahlaki şahsiyeti suç işlemeğe uygun değildir. Bu sebeple heyecan darbesi geçtiği zaman bu çelişki suçluyu itirafa sevk eder. Suç işledikten sonra suçlunun intihar etmesi vak'alarının izahında da bu çelişki hakim unsurdur, itiyadi suçlularda itirafa pek ender raslanır. Bu sınıftan olan suçluların adalet organları ile birden fazla karşı karşıya gelmesi onlarda bir soğukkanlılık ve sorguya alışkanlık hali doğurmuştur.
Akıl maluliyeti halinde bulunanlarda suçu itiraf haline genellikle raslanır. Maluliyetlerinin cezayı tamamiyle ortadan kaldırmağa yeterli geleceği düşüncesi ile bu tür suçlular itiraftan çekinmezler.
"Sanığın sarhoş olarak yaptığı ikrar ve itiraf maddi delillerle teyit edildiği gibi diğer delillerle teyit edilen olayın akışına uygun bulunmasına göre" itirafları yerinde ve geçerli sayılmıştır. *
İtirafın hadiseye tamamiyle uyduğu haller pek enderdir. Çünkü suçlu psikolojik kanun olan kendini koruma tabii iç güdüsüyle en samimi bir itirafta bulunurken bile vakayı az çok kendi lehine değiştirir. Bu sebeple "ikrar bölünemez" kuralı ceza usulünde tatbik edilemez. İtirafın kısmen doğru kısmen yalan olması mümkündür.
(*) 1.CD., 9.3.1976, 24/566: "Sanık hakkında Bakırköy Hastahanesinin 28 Nisan 1978 tarihli raporunda "psikoz arazı bulunmadığı, ancak suçun işleniş tarzında yetersiz -pasif- depandant kişiliğine bağlı aşırı yetenek bozukluğu ile içkinin etken oluşu ve psikogramında I.Q.80-85 yani normal altı düzeyde bir zihni başarı gösterdiğinin saptandığı ve prapsikotik anlam taşıyan diğer test bulgulan nazarı itibarı alınarak suçuna karşı cezai ehliyet derecesinin TCK.nun 47. Maddesine uygun bulunduğu" açıklanmaktadır.
Görüldüğü üzere tam olmayan akıl maluliyeti içinde olduğu kabul edilen bu sanığın aynı zamanda "ikrar ehliyeti"ne sahip olduğu kabul edilemez. Kaldı ki raporda pek açık şekilde "telkin kabiliyeti"nde bir psikolojik yapıda olan kişiye -hatta cebre lüzum kalmaksızın- her şey söyletilebilir".