Sosyal pataloji kavramları
Suçu, sosyal bir pataloji sayan bir görüş de mevcuttur. Basit toplum tiplerinden daha karışık ve geniş toplum tiplerine geçildikçe ferdin iç dengesinde de bir değişme gözlenir.
"Birey toplumla insan olur, toplumla varlığını gerçekler. Ama insan bu kendini gerçekleştirmenin, varlamanın bedelini kendini sınırlayarak öder. Bir yanda "ben" bir yanda "ötekiler" yani toplum ... İşte bu zıtların birliğidir ki, toplumsal insanı evrenin en güçlü yaratığı yapmıştır.
İnsan kendine kural koyan, normlar, ölçütler yaratan tek canlıdır. Kurallar koyar. Soydaşlarıyla ortak davranış biçimleri oluşturur, ortak simgeler, değerler yaratır. Onları adet, töre, gelenek, ahlak, din, hukuk vb. kurumlar olarak kuşaktan kuşağa aktarıp sürekliliğini sağlar."
Basit, kapalı, az yaygın toplumlarda (mesela köylerde) çevrenin değer ölçüleri, ahlak anlayışları ile fert arasında çatışma görülmez. Bu değer ve anlayışlar fert tarafından benimsenmiştir. Bunlara aykırı hareket edenlerin de meydana çıkması o nisbette kolaydır. Bu çeşit toplumlarda tek ferdin kötü hareketini, topluluk kendine yönelmiş bir hareket gibi hissetmekte güçlük çekmez. Halbuki çok geniş topluluklarda bu duyguyu açık olarak sezebilmek kolay değildir. Değer ölçüleri, ahlak anlayışları ve daha geniş bir tabirle kanun hükümleri ile ferdin uzlaşması, bünyesi anlaşılmaz, karışık toplumlarda basit toplumlara göre, daha güçtür. Belirli sosyal değerleri ferde kabul ettirebilmek için bu çeşit toplumlarda iyi telkinler yapabilecek vasıtalara ihtiyaç duyulmaktadır. Hatta eğitim ve öğretim sisteminin bir gayesi de bu olmalıdır.
Kötü hareketler toplum içinde daima fert aracılığı ile kendini gösterir. Bu itibarla bu hareketlerin kaynağını fertte aramak isteği normaldir. Örneğin bir dilenci karşısında duyulan his bizi dilenciliğin sebebini o şahısta aramağa sevk eder. Fakat kül halinde dilencilik, serserilik gibi hadiselerde sosyal sebepleri görmek mümkündür. Belki de toplumda oluşan ve henüz niteliği bilinmeyen marazi haller, bugün kişisel veya fiziksel nedenlerle izah edilen sebeplerin etkisizliğini, buna karşı sosyal sebeplerin üstünlüğünü ilerde izah edebilecektir. Halen "intihar" vak'alarının mevsim, sıcaklık derecesi gibi sebeplerle izahına çalışılmaktadır. Fakat intiharların bu çeşit bir istatistik metodu ile izahı inandırıcı olmamaktadır, intiharlara bugün tamamiyle açıklanmış hadiseler olarak bakılamaz. Sosyal patalojinin belki de henüz bilinmeyen bir bölümü, bu hadiselerin gerçek ve genel sebebini ilerde izah edebilecektir. İşte bu bilinmeyen sebeplerin suç hadiselerinin izahında da yararlı olacağı düşünülmektedir.
Fizik şartlarda değişiklik (Örneğin kurak mevsimlerde) ile suç artışı arasında bir münasebeti istatistikler göstermiş olsun. Bu istatistiklere bakarak suç ile meteorolojik şartlar arasında bir bağlantı aramak garip olur. Fakat yağışsız mevsimlerde mahsulün iyi olmaması, dolayısıyla ekonomik şartlarda değişiklik bazı suçlar üzerinde elbette tesir edecektir. Görülüyor ki "doğal çevre"deki değişmelerin suçluluk üzerinde dolayısıyla bir etkisi olacağı inkar edilemez.
Bir anlayışa göre suçu teşkil eden fiil hemen her zaman normal bir fiildir, insanın yaratılışı bakımından normal olan bu fiiller, "antisosyal" olduklarından suç sayılmıştır. Kaçan bir caniyi yakalamak isterken onu öldürmek mecburiyetinde kalan bir polisin o anda kafasında ve bütün ruhi benliğinde meydana gelen fikirler ve duygular ile, kendisini kovalayan polisi öldüren canideki, yine o andaki fikirler ve duygular arasında hiçbir fark olamaz. Caniye, kendisini savunmayı yasak eden sosyal kanun, ancak sosyal zaruretlerle izah edilebilir, polisin fiilinde "mazeret sebebi" kabul eden kanun da yine sosyal bir kanundur.
Suç sebebindeki etkin sosyal farkı görmemek ve yüzeysel sebeplerle yetinmek bilimsel bir yetersizliğin neticesidir. Bar, meyhane, genelev vesaire gibi kötü bildiğimiz yerlere devam edenler arasında suçlu olanların adedi az değildir. O halde bu gibi yerlerin suçlu yetiştiren yerler olarak algılanması doğru mudur? Kusur bu yerlerde olamaz. Fakat bu gibi hallerde suçlu ile suçlu olmayan insanın ilişkisi daha kolaydır. Kötülüğün bir çeşit "yayılması" anlaşılabilir bir haldir.
Her ne kadar suçluluğun "kronik suçluluk" ve "had suçluluk" diye ikiye ayrılması eğilimi varsa da bu ayrımın suçluların şahsiyetine bağlı olduğu kadar suçun çeşidine de bağlı olması gerekir. Nasıl bazı hastalıklar daha ziyade kronik mahiyette iseler (cilt hastalıkları gibi) veya daha kolayca kronik hale gelebilirse bazı suçlar bakımından da kronik suçluluk (mala karşı suçlarda bilhassa hileli suçlarda) üstünlük arzedebilir.
Sosyal Psikiyatri:
Bu terim, oldukça yeni bir Ara-Bilim'in adıdır. Sosyal deyimi, kökeni araştırılırsa sadece "birlikte yaşama" olarak anlaşılabilir. Fakat bugün "sosyal" deyimi daha çok geniş bir anlam kazanmıştır. çünkü "toplum" bir gücü yansıtmaktadır. O halde "Sosyal Psikiyatri" toplumdaki uyumsuzlukları saptayan ve bunların giderilmesini amaçlayan bir Hukuki-tıbbi görüş açısıdır. Sosyal Psikiyatri konuya şöyle girer:
"Düşünsel ikizlik" gözlemi Freud'den gelmektedir. Her fikir, karşıtı ile vardır. İyilik, kötülükle güzellik çirkinlikle, tanrıya inanmak inançsızlıkla birlikte vardır. Fakat bu ikizlerden biri kabul edilince, öbürü yok olmaz. Bilinçaltına çekilir. Örneğin "teassup"un insanlık dışı davranışlarla sonuçlanması böylece açıklanabilir.
Anlamsız, yapay odakların sürüklediği toplumlarda,sonunda şöyle bir görünüm ortaya çıkabilir: "Toplumsal cinnet". Bu sonuç insanlık tarihinde "diktatörlük"lerde izlenmiştir. Bu açıdan diktatörlüklere "Toplumsal Bilinçaltı'nın sömürüsü" diyebiliriz. Psikolojik başarısızlıklarının kökeni buradadır.