Vakıf Hakkında
Faruk Erem
Hümanist Dergi
Sömürge Devletleri

Masumluk Karinesi

Mauritius

Bioritim

Bukalemun ve Lemürler

Mapushane Duvarı

Faaliyetlerimiz

Gereği Düşünüldü

Sağlık Köşesi

Madagaskar

Cizre-Şırnak

Yufkalı Tarifler

Ön Kapak İçi

Arka Kapak İçi

Arka Kapak


Haberler
Gezelim Tanıyalım
Bize Yazın
Mithatpaşa Cad. No:66/6      Tel: 0312-419 38 65      Fax: 0312-419 76 25
H
oluşu tabu görülmektedir. Zira <<Kanunsuz suç ve ceza olmaz>> prensibi bir Anayasa kaidesidir. <<Muhakemesiz mahkumiyet olmaz>> kaidesi, o kaideyi tamamlar.

    Masumluk karinesi, sanık için <<hak>> tır. Bu karine makbul sebeple bertaraf edilebilir. Makbul sebep ancak suçluluk hakkında <<delil>> olabilir. Bu karine delilsiz yok edilemez.

        akkında mahkumiyet kararı verilinceye kadar sanık masum sayılır. Bu usul hukukunda <<masumluk karinesi>> adını taşıyan kuraldır. Ceza davası bu karinenin aksinin isbatının mümkün olup olmadığını araştırır.

    a) Masumluk karinesinin niteliği: Masumluk karinesi aynı zamanda bir Anayasa kuralıdır. Bunun Anayasa kuralı
    Eğer sanığın hayatta olup olmadığı hakkında şüphe doğarsa hakimin tatil kararı vermesi gerekir (13). Şüpheli vakalarda nasıl hareket edileceği konusunda kanunumuzda açıklık yoktur.


    Masumluk karinesinin delil bakımın­ dan ele alınmasında <<hürriyet lehine yorum>> kabul edilmelidir. Bu sebeple konu <<delil nazariyesi>> açısından da incelenebilir. Fakat bu karinenin <<dava münasebeti>>nde süjenin durumunu açıklaması bakımından diyalektikteki yeri süjeler bölümü olmak gerekir.

    b) Masumluk karinesinin izahı: Bu karinenin anlamını kavramak için  aksini düşünmek kafidir. <<Bir kimse masum olduğunu isbat etmedikçe suçludur>> yolunda bir karine mevcut olsa idi, her insan sürekli bir tehdit altında bulunmuş olurdu, çünkü itham eden organın <<keyfi hareket>> i ağır sonuçlar doğurabilecekti.

    Carrara, savcılık müessesesini <<masumluk karinesi>> ne dayanarak, şu şekilde izah eder: İsmi ne olursa olsun bir ithamcıya ihtiyaç vardır. Çünki masumluk bütün vatandaşlar için <<tabii hal>> dir, bu sebeple sanıklık istisnadır. Bu istisnanın mevcudiyetini bir makamın teyit etmesi icap eder. İşte bu teyit zarureti ithamcıya ihtiyaç gösterir. Carrara'nın bu fikrinden hareketle diyebiliriz ki bu karine, kendini hiç bir şekilde savunmayan veya savunamayan sanık hakkında, kanuni bir savunma sistemidir. Bu resmi savunmanın unsurları, hadisenin hususiyetlerine göre, tek tek, bertaraf edilmek suretile mahkûmiyet kararı verilebilir.

    <<Masumluk karinesi>>, 1789, insan ve vatandaş hakları beyannamesinin 9. madddesinde menşeini bulmuştur. Fert, hüküm giyinceye kadar masum sayılacaktır. Bu, insanlık tarihinin kaydettiği büyük adli hatalardan sonra bulunmuş bir kaidedir. Hürriyet rejimlerinde uygulanan bütün usul kanunları bu kaideye yer vermiştir.

    Bununla beraber, cemiyeti korumada usul hukukunun hukuki bir sistemden ibaret olduğu fikrinden hareket edilerek şu neticeye de varılmaktadır: Sanık, hükme kadar suçlu sayılmasın, demek ile, masum farzedilsin, demek aynı şey değildir.

    Masumluk karinesinin esasını şöylece izah mümkündür. Kamu davasının gayesi sanığın suçlu olduğunu isbat etmektir, onun aynı zamanda masum olduğunu isbat gayesi yoktur. Fakat bunun tabii neticesi şudur: Bir kimsenin beraat edebilmesi için masum olduğunun anlaşılması şart değildir, suçlu olduğunun anlaşılamamış olması kafidir. Bu suretle ihtimali düşüncelerin vatandaş aleyhine netice vermesi önlenmiştir. Bu, usul hukukunun ferde tanıdığı bir teminattır ve bu teminatı en iyi ifade eden <<masumluk karinesi fikri>>dir. İşte bu sebeptendir ki bazı memleketler anayasalarında (mesela İtalyan Anayasası 27) masumluk karinesi açıkça bildirilmiştir.
    Buna mukabil, bu kaidenin memleketimizde gerçeğe uygun anlaşılabildiğini sanmıyoruz. Esasen bir kamu davasının açılması <<yeterli delil>> e (CMUK.148) bağlı tutulduğuna ve tatbikatın hakikaten kafi delil mevcut olmadıkça dava açmamak titizliğini göstermesi icap etmesine göre bir kimse hakkında bir davanın açılmasının onun aleyhine fiili bir karine yaratmamasına imkan da yoktur. Bu itibarla kaide daha ziyade yargıca hitap eder ve tamamile usul hukukuna: ait bir kavramdır. Yine bu kaidenin bir mana ifade edebilmesi itham ile savunmanın mutlak eşitliği ile mümkündür. Buna mukabil <<masumluk karinesi>> nin <<adli tereddüt>> e sebep olduğu da iddia edilmektedir.
    c) Masumluk karinesi ve uygulama: Bu karine kendisinden beklenen müşahhas neticeleri verebilecek şekilde uygulanmadıkça onun gerçek ve üstün anlamı ortaya konulamaz.

    ç) Masumluk karinesi ve tutuklama: Anayasalarda <<masumluk karinesi>> kesin olarak ifade edilir, sanık, mahkûmiyet hükmü verilinceye kadar <<masum>> sayılacaktır. Böyle olunca <<tutuklama>> müessesesini <<masumluk karinesi>> ile bağdaştırmak pek güçtür. Tevkif sebeplerinden evvel gelen <<ana şart>> sanığın suçu işlediğine dair <<kuvvetli emare>> arandığına göre <<emare>>nin Anayasadaki karineyi nasıl bertaraf edebileceği izah edilemez. Aynı Anayasa metni içinde <<masumluk karinesi>> ve <<tutuklama>> imkanı kabul edilince bunun bir izahı olmak gerekir. Sanığın tabi tutulacağı <<tutukluk rejimi>> hükümlülerin tabi olacağı muameleden tamamile ayrı olmalıdır. Fakat her halde tutukluluğun azami süresi kanunlarda gösterilmiş olmalıydı.

    d) Basın, adliye ve masumluk karinesi: İdarenin hiç bir eylem ve işlemi mahkemelerin denetiminden hariç bırakılamayacağı gibi demokratik rejimlerde her çeşit kamu eylem ve işlemi <<efkarı umumiye>> nin dışında bırakılamaz . Bu manada adli eylem ve işlemin dahi halkın bilgisine sunulması gerekir. <<Neşir yasağı>> usullerinin yetersizliği böylece izah olunmalıdır. Yasak, olmuş bir <<hadise>>yi halktan gizlemek şeklinde olursa izahsız kalır. fakat bir <<hadise>>nin maksatlı bir telkini sağlamak için taraf tutarak neşri zararlı olabilir, bu çeşit yayın ise esasen çeşitli şekillerde suç sayılmıştır.

    Buna mukabil <<adliye haberleri>>nin sanığı tutan veya yeren, kısacası taraf tutan şekilde verilmesinde isabet yoktur, sanığın hukuki durumu bir <<ana kaide>> ile tayin edilmiştir: Sanık, Mahkûmiyet hükmü kesinleşinceye kadar masumdur. O halde adliye haberleri hükmün kesinleşmesine kadar <<masumluk karinesi>>nin gerektirdiği bir anlamda kalabilmelidir. Unutmamak lâzımdır ki Anayasa herşeyin üstünde <<insan şahsiyeti>>ni esas tutmuştur, bu kavram <<basın hürriyeti>>nin de üstündedir. Gerçek hürriyet <<hakça hürriyet>>dir. Bir başka hürriyete kıyan hürriyet düşünülemez. Suçun doğurduğu pek tabii <<sosyal alarm>>dan faydalanmağa kalkmak doğru değildir, <<adliye haberleri>> hadiseyi nakledebilir, fakat <<halk efkarı>>na <<erken hüküm>> telkin edemez.

    Bu arada <<hakim ile uğraşmak>> eğilimi, kesin surette, hak dışıdır. Basın hürriyeti adına pek büyük sosyal bir değer <<Hakime saygı) feda edilemez.

    e) Basın ve adalet: Savunma hürriyeti ile basın hürriyeti çatışma halindedir. Basın, ceza davalarını, kendi eğilimlerine göre anlatan gazetelerden kuruldukça <<savunma hürriyeti>>nden bahsetmekte güçlük vardır. Bir gazete, bir ceza davasından haber vermemek hakkına sahiptir, fakat savunmayı tahrif etmek yetkisi olamaz. Savunmanın manası, muhtevası değiştirilerek aksettirilmesi, savunma hakkına taaruz sayılmalıdır.

    f) Yasak kuruluşlar: Ceza Usulü Kanununun 1696 sayılı kanunla değiştirilmesi    sanığa açık kanun yoluna müracaata hakkı sırasında bu kanuna ek ikinci madde olarak ilave edilen hükme göre <<Kanun dışı vücuda getirilen veya kanuna aykırı faaliyetleri sebebiyle yargı mercilerince kapatılan>> kuruluşlara ilişkin bazı faaliyetlerde bulunanlar <<Aksini ispat edemedikçe o kuruluşun üyesi sayılacaklar>>dır. Bu Anayasamızın kabul ettiği masumluk karinesine tamamiyle ters düşen bir hükümdü ve Anayasaya aykırılığa bundan iyi örnek bulmak mümkün değildi. Anayasa Mahkemesince iptal edildi.
    Dava ehliyeti:
    Ceza mes'uliyeti şahsidir. Cezaya ehil olan davaya da ehildir. Hukuk Usulü bakımından <<dava ehliyeti>> ne sahip olmayan bir kimsenin ceza davasında sanık olması mümkündür (12).
   
    Ceza Muhakemeleri    Usulü    sanığın <<kanuni mümessili>> ni sarih hükümlerle nazara almıştır (bk. CMUK. 136, f 2). Hattâ kanunî temsilcilere Usul Kanunu bazı selahiyetler de tanımıştır. Kanuni temsilcinin kanun yoluna müracaat hakkı olduğu (CMUK. 291), duruşmada sanığın varsa kanuni mümessilinin de hazır bulunabileceği, dilerse dinlenebileceği gibi (CMUK. 145, f. 2). Fakat bütün bu hükümler, sanığın ceza davasında ehliyetsiz olduğu manasına değildir. Usul Kanunu, kanuni temsilciyi hususi hukuk kaidelerine göre nazara almış ve onlara, sanıktan müstakil olarak bazı selahiyetler tanımıştır.

    Usul Kanunumuz, sanığın kadın veya erkek oluşu arasında da fark görmez. Yalnız sanık evli kadın ise kocasının bazı selahiyetleri mevcuttur: Sanık kadına duruşma sırasında kocasının müşavir sıfatile bulunmasına müsaade edilir ve dilerse dinlenir (CMUK.  145).  Sanık  kadının  kocasının sanığa açık kanun yoluna müracaata hakkı vardır (CMUK. 291).