Hürriyeti bağlayıcı cezalar kavramı:
eza hukukunun ilk devirlerinde cezalar "bedensel" idiler. Hürriyeti bağlayıcı cezaların bedensel cezalar yerine geçişi ceza infazı ilminin doğuşu ile ilgilidir. Ölüm cezasına yapılan tenkitlerin bu ceza hakkında geçerli olmayışı ve ilmî esaslara uygun olarak infaz edilirse islâh kabiliyetinin bulunması, hürriyeti bağlayıcı cezaları genel ceza haline getirmiştir. Hürriyeti bağlayıcı cezalara yapılan tenkitler, cezanın kendisine değil süresine veya infaz şekline ilişkindir.
İçe bakış metodunun bütün sakıncalarına ve insanın kendi psikolojisi hakkındaki şahadetinin bütün kusurlarına rağmen cezaevlerinin etkisini hükümlülerin ağzından öğrenmek çok faydalıdır.
Ferri'nin dediği gibi ceza, suçun faili olan insanda bir amaca ulaşmalıdır. Bu itibarla ceza suçlunun şahsiyetine bağlıdır. Her ne kadar bütün ceza yaptırımları, bazı hakların kullanılmasına engel olmak veya sınırlamak suretiyle şahsiyetin daraltılmasını gerektirse de, şahsiyetin temeli olan hürriyeti kaldıran tek ceza hapis cezasıdır. Zira hürriyet yoksa, insan da yok demektir. Bu itibarla hürriyeti tamamiyle kaldıran bir ceza (=hücre hapsi) insanda hiçbir gayeye ulaşamaz. Bu itibarla hürriyeti kaldıran değil, "hürriyeti bağlayıcı" ceza kavramı bir anlam ifade edebilir.
Kısa süreli, uzun süreli cezalar:
Hürriyeti bağlayıcı olan cezaların en önemli unsurlarından biri de süredir. Hapishanede birkaç gün kalmış olmak suçluyu ıslâh etmez. Cezaevinde ânî bir ıslâh edici gücün varlığına inanılmaz. Bir mahkûmun ıslâh edilmesi, onda bir psikolojik değişme meydana getirilmesi, zaman ve emek meselesidir. Bu sebeple kısa süreli cezaların faydası değil psikolojik sakıncaları mevcuttur.
İki defa altı aya mahkûm olmuş bir kimse ile bir defada bir seneye mahkûm olmuş iki mahkûmu düşünelim. Cezaevinde kalma süresi bakımından aralarında fark yoktur. Fakat cezaevinin psikolojik tesiri bakımından fark büyüktür. İki defa altı aya mahkûm olan evvelâ ceza evine girerken işini, ocağını terk etmiş, birinci girişinde utanmış, üzülmüş, ikinci girişinde ise alışmıştır. Hapishanenin zannedildiği kadar korkunç bir yer olmadığı, felâket arkadaşları bulmanın daima mümkün olduğu, hattâ belki de iyi bir vakit geçirme imkânı bulunduğu fikri suçluda uyanmıştır. Zaman pişmanlık duygusunu uyandıracak kadar uzun olmadığından ceza etkisiz kalacaktır. Halbuki bir yıla mahkûm olan kimse, cezaevinde pişmanlık duyacak kadar kalmıştır. Kendisine gelip geçici gözü ile bakılmaz, ruhî melekelerini incelemek, tahliyesinden sonra hayatını temine yarayacak bir iş öğrenmek imkânı vardır.
Hangi cezalara "kısa ceza" nazarı ile bakılacağı da tartışmalı bir meseledir. Bu hususta çeşitli süreler teklif edilmiştir. Bize göre bu sürenin tâyininde hürriyeti bağlayıcı cezanın türü, infazda takip edilen sistemin şiddet derecesi, suçlunun ruhen ıslâhına (ıslâhı nefs) karşı iç âmillerin etkisi gözönünde tutulmalıdır.
Yabancı memleketlerde olduğu gibi bizde de kısa süreli cezalara, mahkûmiyet, çoğunluğu teşkil etmektedir.
Kısa süreli cezaların psikolojik sakıncaları özellikle şunlardır:
a) Cezaevinin kötü etkileri olduğu aşikârdır. Bu kötülük kendini özellikle hükümlüler arasında iyi bir sınıflandırma yapılmadığı, ruhen bozulmuş olanların diğerlerini bozduğu durumlarda gösterir. Kısa süreli hükümlülerin iyi bir sınıflandırmaya tâbi tutulamamaları yüzünden böyle bir tehlikenin her zaman ortaya çıkacağı açıktır.
b) Kısa süreli cezaların mükerrirlerin çoğalması üzerinde etkisi vardır. Birçok kimse üzerinde hürriyeti bağlayıcı cezanın acısı değil, manevî etkisi suçu önleyicidir. Cezaevinde bir süre kalmanın, hapsedilmenin, vereceği maddî acı, tahammül edilmez değildir. Dürüst insanları korkutan hapishaneye girmiş olmanın vereceği manevî acıdır. Bu sebeple bir defa cezaevine giren kimsenin, bu manevî acı geçtikten sonra, aynı acıyı duymasına imkân olmadığı gibi, hapishaneye girmiş olmak damgası bir kere vurulduktan sonra o kimseyi yeni suç işlemekten döndürecek manevî setler yıkılmış demektir. Bu suretle suçlu artık mükerrirler sınıfına dahil olmuştur.
c) Mahpusta sosyal ilgisizlik denilen bir ruhî durum baş gösterir. İnsanları toplum kurallarına uygun şekilde harekete sevk eden sosyal bağlardır. Cezaevine girmekle işini, karısını, çocuklarını ve kendisine güvenenleri manen kaybettikten sonra suçlunun toplumla ilgisi kalmaz. Toplumun etkisi üstünden kalkınca şahıstaki ilkel isteklerden gelen bütün eğilimler geniş bir tatmin sahası bulur.