Faruk Erem'in Broşürlerinden:
Sözlü Savunma
Sözlü savunmanın lüzumsuzluğunun ileri sürüldüğü, "yazılı usul"ün tercihi gerektiğinin iddia edildiği, hatta zaman zaman yasal sınırlamalara gidildiği görülmektedir. Çeşitli kaynaklardan derlenen aşağıdaki düşüncelerin, bu konuda bir kanaata ulaşmada yararlı olabileceğini sanmaktayız:
Diktatörlerin hemen hepsi sözlü savunmaya karşı çıkmışlardır: Napolyon en kudretli zamanlarında "avukatların dilinin kesilmesi"nin doğru olacağını söylüyordu (Toulemon, Barreau de Paris, 1966, s. 11). Yıllar geçti, Napolyon kaldırılan Baro'nun yeniden kurulmasına on sene sonra razı oldu. Fakat avukatların yeminine şu ibareyi koydurdu: "İmaparatora sadık kalacağım" (Garçon, M.I'Avocat et la morale, Paris, 1963, s. 61).
Eski Yunanda, duruşma başlamadan evvel bir nidacı konuşmacılara davayı kazanmak için heyecan doğurucu hiçbir harekette bulunmamalarını bağırarak ilan ederdi. Her konuşmacının konuşması üç saatle sınırlı idi. Konuşmacıların hakarete kaçmamaları, acı sözler söylememeleri, duruşmadan sonra sakince çekilip
gitmeleri, etraflarına kalabalık toplamamaları şart koşulmuştu. Bu kurallara uymayanları para cezasına çarptırırlardı (Chammard, s. 20).
Eski Yunanda mahkeme itham edenin ve kendini savunanın dostları da gelir, bu suretle itham ve savunmaya ağırlık verilmesi sağlanırdı. Hitabeti avukatlığa sokanın Pericles olduğu kabul edilir. Bununla beraber, "Hitabet"in sakıncalarından korkulmuş ve bazı sınırlamalara gidilmiştir.
Şöyle bir olaydan bahsedilir. Ahlak dışı davranıştan sanık güzel Pryne'nin savunmasını yapan Hyperides, Aeropag'ın önünde müvekkilesinin göğüslerini örten tülü yırtmış, kadının güzelliğinin etkisi altında kalan hakimler beraat kararı vermişlerdi. Fakat bu skandaldan sonra savunma daha sert tedbirlere tabi tutulmuştu. Hatiplerin, hakimlerde merhamet veya nefret uyandırmağa yönelmiş konuşmaları yasaklandı. Bazı Yunan Cumhuriyetleri konuşmadaki hünerleri ile hissi, akla galip kılan konuşmacıları hudut dışına çıkarmışlardı. Konuşmacılar tevazu içinde kalmakla görevlendirildiler, hakimler nezdinde tavassut, hakaret, acı sözler, ayağını yere vurma, kırıcı hareketler yasaklandı. Mesleğin vakar ve onurunu sağlamağa yönelmiş bu kurallar Roma avukatlarına örnek oldu.
Avukatlığın tarihinde "Sözlü Savunma"dan daima kuşku duyulmuştur. Buna rağmen sözlü savunma (özellikle ceza davalarında) yüzyıllar sonunda kural haline geldi. Metinlere göre, sözlü savunmadan kuşkulara ilk kez eski Mısırlılarda rastlandı. Mısırlılar, sözlü savunmayı kabul etmiyorlardı. Bir hatibin konuşması ve hareketleri ile hakimleri etkileyeceğinden korkuyorlar ve savunmanın yazılı olmasını istiyorlardı.
1966 yılında ünlü Paris Barosu Başkanı Charpentier şöyle demişti: "Sözlü duruşma ve savunmayı kaldırınız, arkasından engizisyon gelir". Adalette yüzyıllar boyu yerleşmiş savunma kurallarını, toplumların zaman zaman geçirdiği sarsıntılara bakarak, ortadan kaldırmak, büyük hata olur. Bu kurallar mutlaka geri gelir, fakat arkalarında ne bıraktıkları bilinmez.
Fransız Yargıtayı "yazılı savunma"yı, savunmanın esası saymaz (bk. Toulemon, s. 10). Yazılı metnin hazırlanması avukatlığın tekelinde bile değildir, onu avukat olmayan herhangi bir hukukçu da hazırlayabilir. Asıl savunma sözlü olandır (Toulemon, s. 10).
Bununla beraber mahkemelerimizde meslektaşlarımızın sözlü savunmasını kesen mahkeme Başkanlarından şikayetçi olduklan bilinmektedir. Başkanların bu tutumu sözlü savunmanın anlamını anlayamamış olmalanndan gelir. Sözlü savunmanın uzunluğu, kısalığı gibi konularda onun faydalı olması veya olmamasından daha fazla savunmanın aleniyetini sağlaması bakımından önemi büyüktür (Toulemon, s. 11).
Bir avukatın savunmasını kesmek, özgürlük adına,en büyük kusurdur. Avukat genç olabilir, tecrübesiz olabilir, yaşlanmıştır, sözü uzatabilir, bunların hiç biri savunmayı kesmek kusurunun özrü olamaz.
Siyasi davalarda sözlü savunmanın genellikle uzatıldığı inancı vardır. Bu düzeysel bir inançtır. Bir siyasi davada savunmayı üstlenen avukat sayısız vicdani sorunlarla karşı karşıyadır (Garçon, s. 99). Sözlü savunmanın makul ölçüsünü avukatın takdirine bırakmak gerekir. "Yalnız kendi vicdanına karşı sorumluluk avukatın tükenmez güç ve başan kaynağıdır, fakat
bu kaynak kurutulmamalıdır.
"Siyasi mahkemeler" de avukat tutulması engellenmek istenir (İngiliz Kralı Charles Stuart davasında olduğu gibi) veya savunma kısıtlanır (16. Luois'nin yargılanmasında olduğu gibi).
Mithat Paşa, kendisini yargılayanlara "bir avukat ile istişareye hakkımız var mıdır" diye sormuş, "biz üç avukatın adlarını tesbit ettik. Bunlardan birini seçebilirsiniz" cevabını almıştı. Olağan dışı mahkemelerde "mutemed hakim" kadar "mutemed avukat" da hukuk dışıdır.
Avukattan, sözlü savunma yerine yazılı savunma verilmesini istemek sureti ile zaman kazanılacağı çok kere bir bahanedir. Eğer yazılı savunma, karar sırasında gerçekten okunacak ise, zaman kazanılmış olmayacaktır. Bazı memleketlerde, mahkeme başkanına avukattan, konuşmaya başlamadan evvel savunmasının ne kadar süreceğini sormak yetkisi tanınmıştır. Bu bir
tedbirdir. En uzun konuşan avukat bile başta söylediği süreyi aşmamaya daima gayret etmiştir.
Sözlü savunma yerine yazılı savunma istemekle yetinmek Ceza Usulünün ilkesine aykırıdır. Zira kanunumuz tahkik (engizisyon) usulünün değil, "itham usulü"nü tercih iddiasındadır.
Avukatın, çok iyi hazırlanması, fakat metinden okuyarak savunma yapmaması esastır.
Avukatlar serbestçe konuşmak ayrıcalığını lüzumsuz kılacak görüntülerden kaçınmalıdır
(bk. Payen-Duveau, n. 275).
"Parlak gözkamaştırıcı, fakat faydasız belagat" günümüz avukatlığında itibar görmemektedir. Bu bir gelişmedir. "Boş emeklerin temsilcisi" olmak dönemi kapanmıştır. Ayrıca "mesleğin objektifliğini ihlal eden ve mesleğin gerektirdiği saygı ve güvene aykırı düşen ibareler kullanmaktan kaçınmak, böylece müvekkilinin şahsi kin ve garezine alet olmamak" lazımdır (TBB. Disiplin kurulu kararı:
27.9.1975,32/35).
Bununla beraber, mesleğin "konuşma ayrıcalığı"nı çok iyi kullanmak gereklidir. Victor Hugo "İyi konuşan kimse mesela bir saat konuşmak için bir bütün gün, bir hafta, bir ay, hatta bazen bir ömür boyu düşünen kimsedir" derdi (bk. Toulemon, s. 12).
Çok iyi konuştuğu, hakimleri teshir ettiği için başarılı avukat iddiası gerçek dışıdır. Güzel sözlerle davalar
kazanılamaz. Eğer kazanılırsa zaten Adalet anlamsızlaşır. Dava kazanılırsa avukatın karşı taraftan savcıdan, müdahilden, hakimden daha iyi çalışıp, daha iyi düşünmesinden " ileri gelirse bir anlam kazanır, övüneceksek bununla övünmeliyiz.
Savunmayı sabırla dinlemek hakim için görevdir.
Bu belki de biçimsel bir tutum sayılabilir.Usul Hukuku belki bir biçimden ibarettir. İhering şöyle demişti: "Biçim, özgürlüğün ikiz kardeşidir, çünkü keyfiliğin düşmanıdır, Usul Hukukunun biçimselliği bu açıdan değerlendirilmelidir.
Avukatın mahkemede ayakta konuşması,Adalete saygının sembolüdür (Payen-Duveau,n. 275). "Türk ananesine göre ayağa kalkmak
saygı gösterisidir. Davacının davranışı sebebiyle 70 inci madde uyarınca işlem yapan hakimin hukuki sorumluluğunu gerektiren bir yön bulunmamaktadır" (HGK. 29.3.1967,184/162).
Uluslararası Barolar Birliğinin Oslo toplantısındaki kararı (6): "Avukat mahkemeye saygısını daima muhafaza eder". Fakat bu tutum karşılıklı saygı esasına dayanır. Bern kuralları (ll): "Avukat hakimlere ve resmi makamlara gereken saygıyı gösterir ve aynı saygıyı onlardan bekler". Amerika Ahlak Tüzüğü (22): "Avukatın gerek mahkeme ve gerek diğer avukatlarla olan münasebeti samimiyet ve dürüstlük esasları dahilinde cereyan eder".
|