Medeni kanunun değiştirilmesine ilişkin çalışmalar sürerken iki önemli görüş Basın'a duyuruldu: Medeni kanun, günümüz gereksinmeleri uyarınca değiştirilecek, kanunda kullanılan dil sadeleştirilecek.
Kuşkusuz bu iki amaca uygun çalışmalar yerindedir ve başarılırsa büyük faydalar sağlıyacaktır. Şöyle bir soru akla gelebiliyor: Bu gereksinme yalnız Medeni Kanuna'mı indirgelidir? Ceza Kanunumuzun (Türk Ceza Kanununun) dili Türkçe midir? Arı Türkçe özlemini yalnız Medeni Kanunda mı duyuyoruz?
Konuyu daha berraklaştırmak için Ceza Kanunumuzda - hangi maddeler de kullanıldığına da işaret ederek - birkaç örnek vermek isteriz: İşaa (137) naaş (178), raşi (223), raiş (226), terahi (231), havayiç (238), eçsam (275), havfı ciddi (461), sania (503).
Bunlar Türkçe midir? Diğer yasalardan daha kolayca anlaşılması gereken Ceza Kanunu açısından bu deyişler uygun mudur?
Kaldıki, Türk Ceza Kanunu açısından sorun sadece dil sorunu da değildir. Bu arada tarihsel bir gerçeği açıklamak, bir yanlış öğretiyi düzeltmek isteriz. Genellikle 1889 tarihli İtalyan kanunundan 1925 yılında yapılan bir çeviri Ceza Kanunumuzun temeli sayılır. Böyle öğretildi. Yanlıştır.
Daha çok evvel bu gereksinme duyulmuştu. Adliye nezareti zamanında İtalyan Kanunu Türkçeye çevrildi ve metin İstanbul' da 1325 tarihinde "matbaayı amire" de "Ceza Kanununameyi Hümayunu layihası" adı altında basıldı. Fakat tasarı kanunlaşamadı. 1925 tarihinde bu metin bazı değişikliklerle, Türk Ceza Kanunu layıhası olarak Meclise sunuldu. 1325 tarihli çeviride rastlanan çeviri yanlışlıkları bugün bile değişiklik görmeyen Ceza Kanunu maddelerinde olduğu gibi durmaktadır. Bu çeviride kullanılan terimler de isabetli değildir. Çünkü o tarihte İtalyanca bilen Türk olmadığından çeviri akalliyetten kişilerce yapılmıştı. Böylece Kanunun bazı hükümlerinde "azınlık lehçesi" açıkça sezilir. Ölüye "hakaret yapmak" deyişi gibi (md. 178). Çevirmenlerin hiç biri hukukçu değildi. Çeviri bölüm bölüm, başka başka kişilerce yapıldığından aynı kavram için farklı terimler kullanılmıştı. Bu kusurlar, böylece elimizdeki metne kadar süre geldi.
Görüldüğü üzere, Ceza Kanunumuzun Türkçeleştirilmesi sadece bir dil sorunu değildir. Bu çeviri o günlerde Eskişehir'de bulunan "temyiz mahkemesi Ceza Kanunu Komisyonu"nun incelenmesine sunuldu. Komisyon 12 Ağustos1341 tarihinde çalışmaya başladı, fakat ancak bir bölümü tamamlanabildi. Bu bölümde kullanılan dil ise eski hukuka bağlı, kavramları eskiye çekici eğilimde bir dildi.
Bundan sonra 1325 tarihli ve Temyiz Mahkemesi Komisyonunca kabul edilen metin "adliye vekaleti" tarafından bazı müderrislere (öğretim üyelerine) gözden geçirilmek üzere verildi. Fakat herkese ayrı bölüm verildiği için terim kargaşası daha da yoğunlaştı. Müderrislerden bazıları Türkçeyi, bazıları Osmanlıcayı tutuyordu.
Görüldüğü üzere, bugün kaynakları çeşitli kusurlar içinde Yasa Hükümlerini Yorumlamak durumunda kalan yargıçlarımızın düzenleyici, bağdaştırıcı çabaları kesin sonuçlara varamamaktadır. Uğranılan güçlükler uygulayıcıları, yasa koyucunun isteğinden farklı sonuçlara, çelişkilere sürüklemektedir.
Bu nedenlerle Ceza Kanunumuzun dilce arındırılması, kavramını en iyi yansıtan, tek biçimli, terimlerin bulunması büyük faydalar sağlıyabilecektir. Üniversitelerimizin Ceza Hukuku kürsülerinin bugün övünülecek düzeye gelen mensupları ile, Yargıtay, Barolar Birliği ve Türk Dil Kurumunun ortaklaşa çalışmaları başarıya ulaşabilecek niteliktedir, yeterki çalışmaya başlanılabilsin.