| | |
Hukukun en doğru tanımı şudur: HUKUK İNSANLIKTIR
Prof. Faruk EREM
"OLAĞANDIŞI MAHKEMELER HER YERDE KUŞKU İLE KARŞILANMIŞTIR"
Memleketimizde Devlet Güvenlik Mahkemelerini savunanlar, "Fransız örneği "ni göstererek, haklı olduklarını kanıtlamak istiyorlar. Oysa Fransız hukukçular bu "ömek"le övünmemektedirler.
Çağdaş engizisyon bir çeşit “Adalette tümörleşme”yi yapay yollarla sağlayarak gerçekleştirir.
Hemen her memlekette, “olağandışı mahkemeler” kuşku ile karşılanır. Bu mahkemeler bazı dönemlerde ve her memlekette denenmiş, dönem kapanınca arkalarında daha ağır sosyal sorunlar bırakarak silinip gitmişlerdir. Bunun (kendini ve adaletini topluma kabul ettirmenin) nedenini bu mahkemelerin ortak özelliklerinde aramak gerekir. Bu özellikleri şöylece özetleyebiliriz.
a- Olağandışı mahkemelere gereksinme olağan mahkemelere güvenmemekten gelir. Asıl neden budur.“Daha hızlı adalet” ve benzeri düşünceler “bahane”dir. Kaldı ki bu mahkemelerde de beklenen hız hiçbir zaman elde edilememiştir. Çünkü “Harp Divanı” mahkeme değildir.
b- Olağandışı yargılmada itham daime “müphem” ve duraksamalıdır. Bu sebeple sanıkların savunmaları suçlama biçiminde ortaya çıkar. Sık rastlanan şudur:
-“ O da bizim kadar sorumludur, fakat serbest dolaşıyor”.
Vichy hükümetinin Riom mahkemesinde, Fransa’yı harbe hazırlamaktan yargılanan sanıklar Mareşal Petain’i suçluyorlardı. Mareşal da Milli Savunma Bakanlığı, üçüncü Cumhuriyetin son yıllarında yüksek askeri şura başkanlığı yapmıştı.
Olağandışı mahkemelerin uyguladıkları ölçülerle suçlu arasında bir bağ yoktur. Bu nedenle “hüküm" topluma daima, siyasal bir tercih gibi gözükür. Bütün koşullar, tedbirler hükümden evvel hükümlülüğe yöneliktir. Yargılama, topluma, gerçeği aramak gibi değil, peşin hükmün “tescil”i, bir sahneye koyuş, bir kurgu gibi gözükür.
c- Mahkemeden, onun veremeyeceğini istemek, hiçbir ülkede başarı sağlayamamıştır. Halbuki olağandışı mahkemeler kurmak adaleti gerçekleştirmekten fazla, belli bir dönemde "toplumsal yılgı" yaratmak amacı ile kurulur. Bu istek yoğunlaştıkça o kuruluşun mahkemeden gayrı bir kuruluş haline geldiği, adalet düzeni içinde tümörleştiği görülür.
d- Gerçek adaletin bulunduğu yerde halkın en kötü bir hükümete dahi tahammül ettiği görülmüştür. Devletin kuruluşunda, hükümetin işleyişinde az ya da çok kusur bulunabilir. Fakat adalet sosyal yapıyı sağlıkta tutar. Bir memlekette adalet, kudretini ve haysiyetini kaybederse "sosyal bağ" kopar. "mülkün temeli adalettir" deyiminin bir anlamı da budur. "İnsanları insanlar cezalandırıyor" değil, "İnsanları adalet cezalandırır" kanısını verebilmek.
Bütün mesele budur (Carrara). Olağandışı yargılama bunun tam karşıtıdır.
Savunmanın kısıtlanması: Bütün "siyasi mahkemeler" de avukat tutulması engellenir (İngiliz Kralı Charles Stuart davasında olduğu gibi) veya savunma kısıtlanır (16. Louis'nin yargılanmasında olduğu gibi).
Mithat Paşa, kendini yargılayanlara "Bir avukat ile istişareye hakkımız var mı dır?" diye sormuş, "Biz üç avukatın adlarını tespit ettik. Bunlardan birini seçebilirsiniz" cevabını almıştı. Olağandışı mahkemelerde "Mutemed hakim" kadar "mutemed avukat" da hukuk dışıdır.
Günümüzde "avukata başvurma yasağı" uygulamak olağanı kalmamış, fakat "savunmayı kısıtlamak" yolları siyasal nitelik taşıyan yargılamalarda devam etmiştir. Bu açıdan DGM kanununun hükümleri şaşılacak kadar ilkeldir.
Örnek mantığı: Hukukta düşünme yetersizliğinin ürünü "örneklere göre sonuç çıkarmak"tır. Memleketimizde Devlet Güvenlik Mahkemelerini savunanlar, "Fransız örneği"ni göstererek, haklı olduklarını kanıtlamak isteğindedirler. Halbuki Fransız hukukçularının bu mahkeme hakkında ne düşündüklerine değinilmemektedir. Fransız hukukçusu bu "Örnek" ile övünmemekte, utanç duymaktadır. Fransa'da, Devlet Güvenlik Mahkemesi "olağandışı
mahkeme" sayılmakta, faydasızlığı, sakıncaları, hukuk ve hukukçuya onur vermediği açıklanmaktadır.
Bir Fransız yazarı, Yves Frederic Jaffre, yakın zamanların "olağandışı mahkemeler"ini inceledi (Les Tribunaux d'exception, 1940-1962, Paris 1963). Yazar yapıtının giriş bölümünde "olağandışı mahkeme" kavramını şöyle tanımlar:
"Olağandışı mahkeme, geleneksel adli düzende bir yıkıntıyı gerektirir ve genel mahkemelerden, kuruluşları -üyelerinin iktidarca seçilmesi-, savunma hakkını kısıtlamaları, kararlarına karşı kanun yolunun kapalı oluşu ile ayrılırlar".
Yukarıda yapıtına değindiğimiz Fransız yazarının kanısı şudur:
"Fransa yetmiş yıldır, istisnai adaletten uzak kalmıştır". Üçüncü Cumhuriyet hiçbir dönemde, genel mahkemelerden ayrılmamakla övünecektir. İstisnai mahkemeye Vichy hükümetinde rastlandı. Bu hükümetin "Yüksek Adalet Divanı" siyasal bir mahkeme idi. Bu dönemin kapandığını sanmıştık. Fakat Cezayir olaylarından sonra 1961 yılında durum değişti. Yirmi yıldan beri on bine yakın Fransız vatandaşı yargılanmıştır. Bu Fransız tarihinde emsali
olmayan bir olaydır. İstisnai mahkemeyi uygarlık tarihimizde (tesadüfi bir olay) bir (kaza) saymıştık. Halbuki uygarlığımızın ürünü "Adalet Fikri"ni yaratan ilkelerinin pek ağır ihlali ile karşılaştık. Tarih bunu Fransız uygarlığının aleyhine kaydedecektir. "
Yukarda düşüncelerini özetlediğimiz yazar, yapıtının başında Anatole France'ın "Tanrılar Susamışlardı" adlı kitabından aldığı şu deyimlere yer vermiştir: "En güç şey vatanseverlerle, vatan hainini ayırmaktır."
Sonuç: Olağandışı mahkemede yargılamanın geleneksel kuralları ustaca kenara itilir. Örtülü biçimde kaldırılan kuralların çoğu "savunma hakkı"na ilişkindir. Bundan yasal destekli "Adli keyfilik" başlar. Bunun bir süre sonraki toplumsal sonucu şudur: Hüküm giyenler "masum", böylesine yargıyı kuranlar, itham edenler, mahkum edenler "suçlu" sayılırlar.
Toplumda oluşan bu yargıya karşı hiçbir "kanun yolu" da yoktur, sürüp gider.
Olağandışı yargılamada görev alanlar eğer "yargıç sınıfı"ndan iseler, davalar devam ettikçe "sosyal çevrenin değişikliği" diye isimlendirilen etkinin onlar üzerinde ağırlaştığı görülür. Zaman zaman "istifa" tehdidinde bulunurlar, fakat istifa edemezler. Evvelden düşünülmüş, bu olanak önlenmiştir.
Mahkeme hükmünün yasalara göre, "kesin hüküm"e dönüşmesi ile sosyal anlamda gerçek görevini başarabilmesi (= toplumlardaki çekişmeye son verebilmesi, barıştırıcılığı) aynı ölçülere bağlı değildir. Olağandışı mahkemelerde başarısızlık tepe noktasına ulaşır."Sosyal kinler" büyür, genişler, sonra da kökleşir.
Vardığımız sonuç şudur: Toplumlar olağan yargılamalardan uzaklaşma oranına göre insanca uygarlıktan kayıplara uğramışlardır, böylesine kayıpların, doğurduğu lekeyi tarih sicilinden silmeye yeterli güç bulunamıyor. Hiçbir ülkede siyaset adamlarının insanlığa karşı bu kadar kabaca haksızlığa yetkileri yoktur.
"Eğer ortaçağ, derebeylerini yargı1ayabilse idi, ortaçağ olmazdı. Eğer bizim çağımız da kendi derebeylerini yargı1ayabilse bizim çağımız olmaktan çıkardı" (S. Auban).
Hukukun bütün tarifleri eksiktir. Doğrusu şudur:
Hukuk insanlıktır. Gerçek hukukçunun çabası bundadır. Onu başarıya götürecek tek araç "Akıl çağı"na yakışır olandır. Geri kalana inanmamalı, geri kalanı sahtedir.
|
| | | ||
|