âva münasebetinde, "pasif süje" sanıktır. Aleyhine dâva açılmış olması onu diğer süjelerden farklı kılar. Usul Kanunumuzda "sanık" tarif olunmamıştır. Bu halin başladığı anın tayini isabetli olurdu. Bazı yabancı usul kanunlarında açık bir tarife rastlanmaktadır. Bir Kimsenin ne zaman "sanık" sıfatını iktisap etmiş olabileceğine dair açık bir kanun hükmüne ihtiyaç vardır. Zira bu sıfatın iktisabı o şahsın daima aleyhine sayılamaz, sanığın bazı hakları da vardır.
Ceza dâvası henüz mevcut değil iken "tutuklama" halinde bir hakim kararı mevcut olduğundan, dâvadan evvel sanıklık durumu ortaya çıkmıştır. Muvakkat yakalamada hakimin huzuruna götürülen kimse hakkında hâkimin, "şahsi dâva" ile takip olunan işlerde de "sulh hâkimi" tarafından şahsi dâvanın kabülünden itibaren şikayet edilen şahıs sanık sayılır. Görülüyor ki sanıklık sıfatının bir şahsa tahmili için hakimin o kimseyi böyle kabul ettiği manasına gelebilen bir kararına ihtiyaç vardır. Bundan evvelki safhalarda sanık terimi yerine bir başka terimin, mesela "zanlı" teriminin kullanılması doğru olur.
Dâva hukuki münasebetinde sanığın "pasif süje" olduğu fikri ortaya atılmıştır. Savcının kamu yönüne karşıt anlamda bu terim kullanılır. Fakat sanık yalnız "tahkik usulü"'nde dâvanın "konu"su idi. "Pasif süje" teriminin sanığı, dâvanın konusu olmak kavramına yaklaştıran bir tarafı vardır ki usulün çağdaş gelişimine uygun değildir. Sanıklık sıfatı kamu dâvasının sona ermesi ile nihayet bulur. "Tatil kararı" bu sıfatı kaldırmaz.
Masumluk karinesi
Hakkında mahkumiyet kararı verilinceye kadar sanık masum sayılır. Bu usul hukukunda "masumluk karinesi" adını taşıyan kuraldır. Ceza dâvası bu karinenin aksinin isbatının mümkün olup olmadığını araştırır.
a) Masumluk karinesinin niteliği: Masumluk karinesi aynı zamanda bir Anayasa kuralıdır. Bunun Anayasa kuralı oluşu tabii görülmektedir. Zira "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" prensibi bir Anayasa kaidesidir. "Muhakemesiz mahkümiyet olmaz" kaidesi, o kaideyi tamamlar.
Masumluk karinesi, sanık için "hak" tır. Bu karine makbul sebeple bertaraf edilebilir. Makbul sebep ancak suçluluk hakkında "delil" olabilir. Bu karine delilsiz yok edilemez.
Masumluk karinesinin delil bakımından ele alınmasında "hürriyet lehine yorum" kabul edilmelidir. Bu sebeple konu "delil nazariyesi" açısından da incelenebilir. Fakat bu karinenin "dâva münasebeti" nde süjenin durumunu açıklaması bakımından diyalektikteki yeri süjeler bölümü olmak gerekir.
b) Masumluk karinesinin izahı: Bu karinenin anlamını kavramak için aksini düşünmek kâfidir. "Bir kimse masum olduğunu isbat etmedikçe suçludur" yolunda bir karine mevcut olsa idi, her insan sürekli bir tehdit altında bulunmuş olurdu, çünkü itham eden organın "keyfi hareket"i ağır sonuçlar doğurabilecekti.
Carrara, savcılık müessesesini "masumluk karinesi" ne dayanarak, şu şekilde izah eder: İsmi ne olursa olsun bir ithamcıya ihtiyaç vardır. Çünkü masumluk bütün vatandaşlar için "tabii hâl" dir, bu sebeple sanıklar istisnadır. Bu istisnanın mevcudiyetini bir makamın teyit etmesi icap eder. İşte bu teyit zarureti ithamcıya ihtiyaç gösterir. Carrara'nın bu fikrinden hareketle diyebiliriz ki bu karine, kendini hiç bir şekilde savunmayan veya savunamayan sanık hakkında, kanuni bir savunma sistemidir. Bu resmi savunmanın unsurları, hadisenin hususiyetlerine göre, tek tek bertaraf edilmek suretiyle mahkümiyet kararı verilebilir.
"Masumluk karinesi" , 1789, insan ve vatandaş hakları beyannamesinin 9. maddesinde menşeini bulmuştur. Fert, hüküm giyinceye kadar masum sayılacaktır. Bu, insanlık tarihinin kaydettiği büyük adli hatalardan sonra bulunmuş bir kaidedir. Hürriyet rejimlerinde uygulanan bütün usul kanunları bu kaideye yer vermiştir.
Bununla beraber, cemiyeti korumada usul hukukunun hukuki bir sistemden ibaret olduğu fikrinden hareket edilerek şu neticeye de varılmaktadır: Sanık, hükme kadar suçlu sayılmasın, demek ile, masum farzedilsin, demek aynı şey değildir.
Masumluk karinesinin esasını şöylece izah mümkündür. Kamu davasının gayesi sanığın suçlu olduğunu isbat etmektir, onun aynı zamanda masum olduğunu isbat gayesi yoktur. Fakat bunun tabii neticesi şudur: Bir kimsenin beraat edebilmesi için masum olduğunun anlaşılması şart değildir, suçlu olduğunun anlaşılamamış olması kâfidir. Bu suretle ihtimali düşüncelerin vatandaş aleyhine netice vermesi önlenmiştir. Bu usul hukukunun ferde tanıdığı bir teminattır ve bu teminatı en iyi ifade eden "masumluk karinesi fikri" dir. İşte bu sebeptendir ki bazı memleketler anayasalarında (meselâ Italyan Anayasası 27) masumluk karinesi açıkça bildirilmiştir.
Buna mukabil, bu kaidenin memleketimizde gerçeğe uygun anlaşılabildiğini sanmıyoruz. Esasen bir kamu dâvasının açılması "yeterli delil"e (CMUK. 148) bağlı tutulduğuna ve tatbikatın hakikaten kâfi delil mevcut olmadıkça dâva açmamak titizliğini göstermesi icap etmesine göre bir kimse hakkında bir dâvanın açılmasının onun aleyhine fiili bir karine yaratmamasına imkân da yoktur. Bu itibarla kaide daha ziyade yargıca hitap eder ve tamamile usul hukukuna ait bir kavramdır. Yine bu kaidenin bir manâ ifade edebilmesi itham ile savunmanın mutlak eşitliği ile mümkündür. Buna mukabil "mâsumluk karinesi" nin "adli tereddüt"e sebep olduğu da iddia edilmektedir.