Vakıf Hakkında
Faruk Erem
Hümanist Dergi
Efsaneler

Meşru Müdafaa Fikri Ölüm - Cezası

Faruk Erem'in Şiiri "ÇARESİZ"

Sinop

Papatya

Sağlık Köşesi

Faaliyetlerimiz

Çapraz Sorgu

Kaçak

İtalyan Hikayesi

Tarsus

Pastalar

Ön Kapak İçi

Arka Kapak İçi

Arka Kapak


Haberler
Gezelim Tanıyalım
Bize Yazın
Mithatpaşa Cad. No:66/6      Tel: 0312-419 38 65      Fax: 0312-419 76 25
      ürk toplumu yargıdan şikâyetçidir. Bunun asıl sebebi memleketimizdeki yargılama usulünün eskimiş, faydasız hale gelmiş olmasıdır.

Halkımız televizyonda Amerikan ve İngiliz yargılamalarını görmekte, duruşmaları seyretmekte ve bizde neden çapraz sorgu olmadığını sormaktadır.

Konuyu, yüzyıllarca geriye giderek, açıklayabiliriz. İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinde "İtham sistemi" vardı. Sanık suçlanır ve kendisini gereği gibi ve kolaylıkla savunurdu, suçlama olmadan dava başlamazdı. Dava yüze karşı (vicahi) herkese (topluma) açık ve karşılıklı olurdu. Suçlayan ile suçlu arasında eşitlik vardı. Görüldüğü üzre bu usül demokrasi anlayışına uygundu.

Fakat bu dönem orta çağda kapandı. Hâkim suçlayan kişi oldu, hem suçluyor, hem araştırıyordu. Yargılama gizli ve yazılıydı. En geçerli delil "itiraf"dı. Bunu elde etmek için "işkence" denilen araca başvuruluyor, işkence "delillerin şahı" adını alıyordu. Böylece orta çağda usul, "engizisyon" adını aldı. Bu durum oldukça uzun sürdü. Kilise bu usulün yararına inanıyordu.

Bundan sonra aydınlık çağ (Rönesans) geldi. Eskiye dönüş başladı. Kara Avrupası, kanunlarını değiştirmeye yöneldi. Fakat kilise hukuku direnç gösteriyor, engizisyon kurallarını yenilenen kanunlara sokuşturuyordu. Bu arada Alman Usul Kanunları da bu etkiden kurtulamadı ve Alman Kanunu yeni anlayışta bir kanun değil, şiddeti azaltılmış bir engizisyon kanunu halini aldı. Biz düşünmeden Alman Usul Kanununu alarak - ne yazık ki - akıma katıldık.

Halbuki anglo-sakson hukuku orta çağa karşı çıktı ve çapraz sorguya dayalı yeni usulleri benimsedi. Bu itibarla engizisyonun hiç bir izine bu uygulamada rastlanmamaktadır. İngiliz Hukukunda, eğer sanık suçsuz olduğunu ileri sürerse, tanık olarak yeminle dinlenir, çapraz sorguya (Cross-Examination) tâbi olur. Duruşmadan evvel tanıkların ve kanıtların listesi savcıya ve avukata bildirilir. Her iki görevli tanıklara ve diğerlerine soracakları soruları evvelden hazırlamak olanağına sahip olurlar. Böylece herkese açık celsede gerçekler ortaya dökülmüş olacaktır. Kırıcı, dava dışı sorulara, karşı tarafın karşı çıkması halinde sorunun sorulması konusunda hâkimin olumlu veya olumsuz bir karar vermesi mümkün olabilecektir.

Anglo-Amerikan sistemi hakkında biraz daha bilgi sunabiliriz: Commen Lowe sistemi içinde on iki üyeli jüri hem ceza hem hukuk işlerinde yetkilidir. Uzun bir listeden on iki üye seçilir. Avukatların ve savcının jüri üyelerini red hakkı vardır. Ceza işlerinde Savcı ve Avukat soruları ile davayı jüri önünde açıklığa kavuştururlar. Amaç sanığın suçlu olup olmadığı, suçlu ise nedensellik bağının bulunup bulunmadığının jüriyi karar verecek hale getirmektir. Eğer jüri oy birliği ile karar vermezse olay yeni bir jüri önünde tekrar tartışılır. Jüriye olumlu veya olumsuz etkili olabilecek her hangi bir yayın yasaktır. Böyle bir yayın "mahkemeye hâkaret" sayılır. Avukatlar celsede gerçek ve açık olan hususların saptanmasını; tutanağa geçirilmesini isteyebilirler. Hâkim avukatlardan gerekli gördüğü delillerini getirmelerini isteyebilir, faydasız istekleri reddeder. Jüri karar için çekilir, dışarı ile temas edilemez. Karar çok kısa olur. Sanık "suçlu" dur veya "suçsuz" dur. Hâkim buna göre son kararını verir.
İ
 T
Bu derece yaklaşabilme hâkime hâkaret sayıldı. Uyarılan avukatlar emri dinlemediler, yine hâkimin önüne gelebiliyorlardı. Nihayet avukatların önüne bir parmaklık (Barre) konuldu. Bir süre sonra parmaklık arkasından konuşma usulüne Barolar karşı çıktılar, parmaklık kaldırıldı. Avukatların önüne bir masa kondu. Avukatlar masanın sınırını aşamadılar. Böylece parmaklık usulünün koyduğu gelenek sürdürülmüş oldu. Parmaklık anlamına gelen Baro kelimesi de sürüp gitti. Türk adliyesinde de avukatlar dışardan alınan usullere göre aynı hareketsizliğe düşürüldüler, Halbuki Amerikan Avukatları, ne parmaklığa, ne de geleneğe bağlı olmadılar. Aradaki fark bundan doğdu.

Bu açıdan kusurlu bir kanun olan Alman Usul Kanunu bile bazı hükümleri geniş yorumlanarak az çok çapraz sorguya olanak sağlamıştır. Alman Kanunu (m. 239) tam bir çapraz sorgu benimsemiş değildir. Savcı tarafından isimleri bildirilmiş tanıkların savcı, sanık tarafından gösterilen tanıkların avukat tarafından sorguya çekilmesi hak olarak tanınmıştır. Fakat bunun için tarafların "birbirine uygun" talepte bulunmaları gerekir. Alman Kanunundan alınan Ceza Usulü Kanunumuz için de bu olanaktan faydalanılmak mümkün ise de üzülerek söylemek durumundayız ki bu istek uygulamada başarılamadı. Ne savcı, ne sanık müdafii sanığı, tanıkları, bilirkişiyi sorguya çekememekte, sorulanları Yargıca "arzetmekte" eğer hâkim (veya başkan) uygun görürse soru sorabilmektedir.

Bu nedenle Usul Yasamız ya tümden degiştirilmelidir veya şu hükmün yürürlükteki yasaya eklenmesi isabetli olacaktır.
Bu kısa gözlem memleketimizde şikâyetlerin kaynağının ne olduğunu gösterebilir.

Halkımız, televizyonda bir şeye daha dikkât etmektedir. Amerikan avukatı, duruşma salonunda hareket edebilmekte, sorguya çektiği sanığın, tanıkların, bilirkişilerin önüne kadar gelebilmekte, hatta jüriye hitap edebilmektedir. Türk adliyesinde ise avukat önüne konulan masaya adetâ çivilenmiş gibidir, hareket olanağı yoktur. Aradaki bu farkın da geleneksel bir nedeni vardır:

Baro (Barreau) kelimesi onüçüncü yüzyılda doğdu, bu kelime "Barre" (Barra) kökeninden gelir. Avukatlar o dönemden evvel hareket edebiliyorlar, hatta hâkimin önüne kadar gelip davalarını anlatabiliyorlardı. 
Kuşkusuz iyi bir usul uygulaması bununla da sağlanmış olmayacaktır. Sanığın duruşmadan evvel sorgulamasında, avukat yanında bulunabilmeli, avukatı olmayana mahkeme kendiliğinden müdafii tayin edebilmeli, müdafii davanın her hâl ve safhasında hazır bulunabilmeli, hazırlık soruşturması avukattan gizli tutulmamalıdır. Soruşturma makamlarının aldığı kararlara ve yaptıkları işlemlere her zaman müdafii tarafından "itiraz" olunabilmeli ve usulsüz her davranış daha zararlı olmadan durdurulabilmelidir.

"Duruşmada sanığı, müdahili, tanıkları ve bilirkişiyi savcı ve sanık müdafii kendileri sorguya çekerler. Eğer taraflar icapsız bir soru yöneltirlerse hâkim bunu önler. Hâkim isterse duruşma sonunda kendi sorusunu sorabilir".

Bu anlamda bir değişiklikle usulümüz - biraz olsun - Anglo-Amerika sistemine yaklaşacaktır.

Suçlama (İtham) Memleketimizde bazı ayrıcalıklar kazanmış, hatta savcı duruşmada hâkimler kurulu ile aynı seviyede tutulmuş, kürsüde yer almıştır. Sanığın müdafiine kürsünün aşağısında bir yer "münasip" görülmüştür. Halbuki suçlama ve savunma eşit haklara sahip olmalı, "eşit silahla" çarpışmalıdır. Bu itibarla sanık savunucusu (müdafii) dahi ya kürsüde yer almalı, yahut savcı avukata eşit olarak yerde sanık savucusunun karşısında yer almalıdır.