avcılığın bölünmezliği kavramını daha genişleterek bütün memlekette savcılığın bir bütün teşkil ettiği fikrine varıldığı zaman bu teşkilâtın bir âmiri olması lâzım geleceği sonucuna varılmaktadır. Hemen her memlekette savcılığın Adalet Bakanına bağlı kaldığı görülmektedir. Fakat bu bağlılığın mahiyeti her memlekette pek farklıdır. Esasen bu bağlılık şiddetle tenkit olunur.
Adalet Bakanının âmirliğinin sadece umumî talimat şeklinde emirler vermeğe inhisar etmesi lâzım geldiği, Bakanın münferit takip ve dâvalar hakkında emir veremiyeceği yolunda bir sistemin kabulü teklif olunmaktadır. Bizce bu haklı bir tekliftir. Fakat zabıtanın, İçişleri Bakanlığına tabi olduğu ve "adli zabıta" teşkilâtının da kurulmadığı düşünülürse münferit takiplerde Hükûmetin zabıtaya emir yolu ile müdahelesi açık bir kapı olmakta devam edecektir. Bu mahzur ortadan kaldırıldığı takdirde savcıların görevlerinde bağımsız olmaları tabiidir. Esasen kamu davasının açılmasında "kanunilik prensibi" mevcut olan bir memlekette savcıların vazife yönünden de Adalet Bakanına bağlı kalmaları bir tezat teşkil eder. Adalet Bakanı "âmir" ve savcılar da "memur" sayılırsa savcılık teşkilatında idare hukukunun "hiyerarşi" kavramı esas olacaktır ki bundan adalet çok şey kaybedecektir. Gerçekten savcılığın "Adalet Bakanı"na bağlı olmasını izah imkânsızdır. Kamu dâvasını açmak ve yürütmek, savcılara "amir"leri (!) tarafından verilmiş bir ödev değildir, kamu dâvasını açmak ödevi kanundan gelir. Bu itibarla Adalet Bakanına ancak umumi talimatlara inhisar eden bir yetki tanıyan sistem isabetlidir.
Adalet Bakanının kamu dâvası açılması bakımından savcıya emir verebilmesi usulü, kamu dâvasının açılmasında "uygunluk kuralı" nı benimsemiş olan memleketlerde (meselâ Fransa'da) kabul edilmiştir. Bu suretle uygunluk kuralının uygulanmasında rastlanacak mahzurlar önlenmek istenmiştir. Kanunumuz "mecburilik (kanunilik) usulü"nü kabul ettiğine göre Adalet Bakanının emri sistemimizin esasına aykırı düşmektedir. Eğer mutlaka bir tedbire ihtiyaç duyulursa Adalet Bakanına-suçtan zarar görene tanınmış olan hakka eşit-takipsizlik kararına karşı, ağır ceza mahkemesine müracaat imkânı tanınmalıdır.
Savcılığın bağımsızlığı fikrini tenkit edenler de vardır. Böyle düşünenlere göre savcılara bağımsızlık tanımak onları hâkimlere benzetmek olur. Savcı adliye mensubudur. Fakat kaza organı değildir, onun vazifesi, hâkimin vazifesinden tamamile farklıdır. Eğer savcı hâkime benzetilirse bunun neticesi, "tahkik usulü" nün iptidaî şekline avdet etmek olur. Bu ise, iki vazifenin ayrılmasında sağlanan teminatı ortadan kaldırır. Savcılığın kurulması sebeplerinden biri de hâkimi, itham eden durumundan çıkartmaktır. Bu itibarla savcının bağımlılığı, hâkimin bağımsızlığı için zaruridir.
Bütün bu görüşlerde isabet yoktur. Savcılar vazifelerinde bağımsız ve teminatlı olmalıdırlar. Kamu dâvası açmak tekelinin doğmasına sebep olan ihtiyaçlar savcının bağımsız olmasını icap ettirir. Esasen savcının bağımlılığı esas olarak kabul edilirse bunun sınırını çizebilmek mümkün olmamaktadır ve savcılar, hattâ bir memurun âmirine bağlılığından daha aşağı düşmektedir. Bu bağlılık tatbikatta, her memur için mümkün olan gayri kanunî emri ifa etmemek lâzım geldiği kaidesini de ihlâl etmektedir. Esasen kamu dâvasının açılmasında "kanunilik kaidesi" karşısında Adalet Bakanının münferit hâdiselerde verebileceği her iki çeşit emir gayri kanuni olmak lâzım gelir. Zira kamu dâvasında her türlü uygunluk mülâhazaları dışında karinelere göre dâva açmak, eğer bunlar yok ise dâva açmamak kaidesi o kadar mutlaktır ki dâva açılması veya açılmaması yolundaki her iki emri bu kaide ile bağdaştırmaya imkân yoktur.
Adalet Bakanı kamu dâvasının açılmasını veya açılmış olan davanın durdurulmasını, vazgeçilmesini emredemez. Acaba, Bakan kamu dâvasını bizzat kendisi açabilir mi? Sadece açılmasına emir verebilir. Bu suretle kanun Adalet Bakanının doğrudan doğruya adlî işleme karışmasını önlemek istemiştir. Esasında Adalet Bakanı dâva açılması hususunda emir dahi verememelidir. Zira savcı dâva açmıyorsa kamu dâvasının açılmasını haklı gösterecek sebepler, mesnetler mevcut değildir demektir. O halde niçin sanık vatandaş kanunilik prensibine bağlı olan savcının takdirinin sağladığı teminattan mahrum kılınsın?
Savcılığın Fransa'da dahi bir tekamülün neticesi olmadığını, iddia edildiği gibi Kralın malî menfaatlerinin temsilciğinden (Procureur du roi) tekâmül ederek bugünkü hale gelmediğini ve Fransız monarşisinin Kralın hâkimleri tahakkümü altında tutmak maksadile kurulan bir teşkilât olduğunu ileri sürenler olmuştur. Bu fikirler daha ziyade savcılıkta bir "tahakküm organı" vasfı görenlerindir.