II. ÇAĞDAŞ DÖNEM
1-Çağ: Yukarıda sanatın birinci dönemini özetledik. Sezgi denilen (buna olağan üstü gözlemcilik de diyebiliriz) sihirli yetenek harikalar Yaratmıştır. İkinci çağda değişen konuları ile aynı başarılı öncülüğünü sürdürüyor. Değişen de hiç değişmeyen bu öncülüktür. Camus'nün dediği gibi <<köşesinde oturan sanatçı çağı çoktan geçti. Ama kırılmak, dünyaya küsmek de yok>>.
Yeni çağa <<sosyal gerçekcilik>> diye ad takılır. Bu adlandırma isabetli değildir. Çünkü sosyal gerçeklere göre edebiyat türü her iki çağda da vardır. Örneğin Alman Edebiyatında sosyal gerçekçiliğin orta çağda bile mevcut olduğunu araştırmacılar kanıtlamaktadır.
Zannımızca, ikinci çağ dediğimiz dönemi öncü sezişlerin fikirleşmesine ağırlık veren ve bunları sosyal konularda toplayan <<geleceğin sosyal öngörülmesi>>ni amaç tutan akımların yoğunlaştığı dönem olarak anlamak daha doğru olur.
2- Sanatçıyı yıldırmamak: Çağımızda bir gerçek daha iyi anlaşılmış gibidir: Sanatçı kırmanın, küstürmenin zararını çeken sadece toplumdur. Nobel ödülünü reddetmek zorunda kalan Pasternak hiç olmazsa <<sevdiğinizden nefret etmenizi, nefret ettiğinizi sevmenizi isteyebilirler, insan için de en güç şey budur>> diyebilmiştir. Ne de olsa en otoriter, hoşgörüsüz toplumlarda bile artık eski sertliğe rastlanamıyor.
Bu iki çağ birbirinden gözlemcilere kolaylık olsun diye, kalın çizgilerle ayrılmış değildir. Geçiş yoğunluk farkı olak görülüyor. Bu geçişde <<geçişi sağlayanlar>>ın müstesna bir yeri vardır. Dostoievsky, <Ölüler evinin anıları>>ndaki kahramanları ile, Kardeş Karamazofları ile ön safha çarpışmıştır. Dostoievsky'nin bir özelliğine burada değinmeden geçemiyeceğim. O, hem geçişi sağlamış, hem de ileriye doğru gelecek üçüncü çağa atlamış gibidir. Dostoievsky zamanında <<başka türlü insan>> olarak tanınmıştı. Şimdi toplum, tümden değişti. Hâla başka türlü insan gibi gözüküyor. Şöyle desek daha iyi olur: Zamanın tüketemediği insan.
Buna karşın, arada geçen süreye göre ne ne 14 Ağustos, ne Gulak takım adaları, ne de İvan Denissovitek'in güncesi, ne de Kanser Koğuşu ile Soljenitsin, Tolstoi-Dostoievsky karmasını aşabilmiştir. Ne de de güçlü yapıtları ile gelecek üçüncü çağı geriletmek isteyen Şolohof <<Durgun Akan Don>>un kendi toplumunda neler hazırladığını anlatabilmiştir.
3- Sanat ve Faydası: Bir gözlemde daha bulunmak isterim, İkinci çağ faydacıdır da. Özgür sanat yaşayabilirse Toplum kendi hastalıklarını daha çabuk giderebiliyor. Diğer bir deyimle toplumsal şaşkınlıktan yararlanmak sinsiliğinin iki yüzlülüğünü görmek olanağını sağlayabiliyor. Böylece çağımızın özgür sanatı toplumsal profilaksi gösterebiliyor. Tabii özgür kalabilirse, görevi resmen tanınmız olursa.
Steinbeck'in <<Gazap Üzümleri>> sosyal sorunlar ve bunun çözümleri romanıdır. Bu ve bu gibi yapıtlar Hukukta <<Ekonomik ve Sosyal Haklar>>ın kökeni olmuşlardır <<Felâketler ne kadar arka arkaya gelirse gelsin, insanların yaşamdan umut kesmemeleri gerektiği>> büyük romancının bütün yapıtlarının sonucudur.
Bir başka türe daha rastlıyoruz: <<geçmişin malzemesi ile gelecek için uyarı romanları>> arasında <<Anadolu insanlarının uç beyliğini Dünya Devleti haline getirişlerini konu alan Kemal Tahir'in <<Devlet Ana>>sı Sosyal değeri en büyük Türk romanıdır. Aynı yazarın Göl İnsanları adı altında toplanan hikâyeleri için Nazım Hikmet'in Kemal Tahir'e yazdığı mektupta <<sen benim devamımsın>> demesini ben daima yadırgamışımdır. Çünkü bu haksız bir yargıdır. Ne kadar büyük veya ne kadar küçük olursa olsun hiç kimse bir evvelkinin devamı değildir, gerçek sanat'da. Tabii taklitçilerden söz etmiyorum, Tolstoy'un <<Savaş ve Barış>>nın etkisinden sıyrılamayan Şolohof'un <<Durgun Akardı Don>> yapıtında, ne de olsa bir şeyin eksik kaldığını hissederiz,
İkinci çağın, insanlığa daha büyük iyilikler getirmesi hepimizin dileğidir. O halde birinci çağın bazı yanılgılarına düşmemeye dikkat edilmelidir. Birinci çağda bilimsel verileri edebileştirmek, birazda süslemek yoluyla, <<buluş>> gibi sunanlara rastlanmıştır. Hatta bunlar arasında başarılı olanlara da rastlandı. Emil Zola bunlardandır.
Fakat bu sanatın sezgi kaynağını küçümsemek, sanatın, bilimin peşinden gitmesine razı olmaktır. Bilimin sanatkarca vülgarizasyonu bir hizmet ise de sanat değildir. Daha ziyade ısmarlama bir şey. Aynı kusura şu sözde toplanan yapıtlarda da rastlanır: <<edebiyat bir ulusun yaşayan belleğidir>>, Bu deyim bence yanlış. <<Edebiyat ve sanat bir Ulus'un en önde giden bir avuç insandan kurulu müfrezenin çarpışma öyküsüdür>>.
4- Doğayı örnek tutmamak: Bir konuya daha değinmek istiyorum. İnsanda dokunma isteği verecek kadar Doğadakine uygun resim sanatının tepe noktasına ulaşmış ünlü ressamlar elbette değerli yapıtlar vermişlerdir. Fakat buna kendini sindirmek ustalığına ancak Van Gogh gibilerde rastlanır. Çünkü gerçek sanat belki de Doğada olmayan bir şeyi yaratmak, Doğanın elinden <yaratma tekeli>>ni almaktır. Biz resim sanatındaki öncülüğü böyle anlıyoruz.