Vakıf Hakkında
Faruk Erem
Hümanist Dergi
Fotoğrafçılık

Anayasa, Bilim ve Sanat

Son

Apçağa

Kervansaraylar

Kanun

Faaliyetlerimiz

Şüphe Sanık Lehindedir

Sağlık Köşesi

Kangal

Fotoğraflarda Yaşayan Anılar

Güllaç

Ön Kapak İçi

Arka Kapak İçi

Arka Kapak


Haberler
Gezelim Tanıyalım
Bize Yazın
Mithatpaşa Cad. No:66/6      Tel: 0312-419 38 65      Fax: 0312-419 76 25
 K
        onu, ferdin menfaati ile toplumun menfaatini uzlaştırmanın güçlüğü ile ilgilidir. Eğer sanığın haklan ihlâl edilirse (masum mahkûm edilirse) bundan muayyen ve müsbet bir zarar husule gelmiş olur. O halde suçluluğun şüpheli kalması halinde sanık beraat ettirilmelidir. Fakat sanık belki de suçlu idi. O halde şüpheden dolayı sanığın beraat ettirilmesiyle bu kerre toplum bakımından bir sonuç ortaya çıkar, zira toplumun hakkı (suçlunun cezalandırılması hakkı) bundan zarar görmüştür. Fakat bu gerçek bir zarar değildir, sadece bir "tehlike"dir. O halde bir "zarar" ile bir "tehlike" karşılaşmıştır. Mâsumun cezalandırılmasından doğan gerçek zarar karşısında iki sonuç ortaya çıkar : 1) Hakikî suçlu cezasız kaldığı için yeniden bazı haklan ihlâl edecektir. 2) Herkeste adlî hatâya kurban gitmek korkusu doğacak, herkes kendini daha az emin hissedecektir, bu suretle de adalet halktaki sempatisini kaybedecektir.

    "Doktrinde çoğunlukda olan mütalaaya göre bu prensip, ancak delillerin takdiri bakımındandır. Eski devirlerde, mahkûmiyete yeter delil bulunmaması halinde, sanık bazı hallerde beraat ettirilmez, kâfi delil olsa idi verilecek olan cezadan daha hafif bir ceza ile cezalandırılır veya daha fazla soruşturma yapılmak üzere müddetsiz olarak sanık durumunda tutulurdu. Modern hukuk, mahkûmiyete yeter delil bulunmaması halinde beraat karan verilmesini kabul etmiştir".

    Bu kaidenin sebebi şöylece izah olunmaktadır: "Bu prensibin kabulüne sebep, bir suçlunun cezasız kalmasının bir masumun mahkûm olmasına tercih edilmesidir". Bu kaide gereğince şüphe suçsuzluk lehine "maddî delil" sayılır. Bu suretle sanık "masumluk karinesi"nden faydalanır.

    Bu kaidenin "yazılı hukuk kaidesi" olarak kabulü de müşküldür. Bununla beraber bu kaidenin usul kanununca benimsenmiş olduğunu umumi insicamından çıkarmak imkânsız değildir. Fakat bu durum "şüphe sanık lehinedir" kaidesinin yorumunda -açıkça bir hükümle ifade edilen kaidelerde olduğunun aksine- güçlük doğurmaktadır ve kaideye çeşitli anlamlar verilmesine sebep olmaktadır.

    Usul Kanunumuz sanığa isnat edilen fiilin "sabit olmamasına" ve "sabit, mütahakkik olması" (CMUK.260) hallerini ayırmış, zımnen sadece şüphe ile mahkûmiyet karan verilemiyeceğini ifade etmiştir.

    Bu kaide en açık şekilde ilk defa İnsan Haklan demecinde (m.9) açıklandı. Eski hukuk "beraat" ile "mahkûmiyet" arasında mutavassıt haller (dâva dışı bırakma gibi) kabul ediyordu.

    Delil kifayetsizliğinin ölçüsü her iki soruşturmada aynı değildir. Bu kaidenin önemi bilhassa son soruşturmada anlaşılır. Bu kaideyi "ananevi prensip" "demokratik vicdan"a has bir kaide olarak vasıflandırmak sureti ile önemi belirtilmek istenmiştir.

    Diktatörlük hukuku bu kaideyi red eder ve bu kaidede suçluya bir çeşit "dokunulmazlık" tanınmış olduğunu ileri sürer.

    Pozitivistler, bu kaideyi yalnız "ihtiras suçluları" ve "tesadüf suçluları" için muhafaza etmek isterler ve "eyilimli suçlular" (= temayülî suçlular) ve "suçu meslek edinenler" hakkında red ederler. Pozitivistler nazarî olarak haklı gözükmektedirler. Zira "masumluk karinesi" bir ihtimali hesaba dayanıyorsa eyilimli suçlarda ve suçu meslek edinenlerde bu ihtimal daha ziyade onların suçluluğunu gösterir. Fakat pozitivistlerin suçluları tasnifinin kesin ölçüleri bulunmamıştır. Diğer taraftan konu her halde bir ihtimal problemi de değildir. Zira bütün ihtimallerin, tahminlerin aleyhe olmasına rağmen bir kimsenin işlememiş olması mümkündür. Şüphe - istisnasız - bütün sanıkların lehine kabul edilir, çünkü gerçek, ihtimale feda edilemez.

    Kaidenin masumluk karinesi ile ilgisi:

    Mahkûmiyetine hüküm verilinceye kadar sanığın masum sayılacağı genel bir Anayasa kuralıdır ve anlamı ancak uygulandığında açıkça anlaşılabilmededir. "Şüphe sanığın lehine kabul olunur" "delil külfeti itham makamına düşer" gibi kavramlar esasında bu umumî kuralın sonuçlarıdır, hatta "sanığın susmak hakkı" dahi bu kuralın sonucudur.

    Anayasanın bu kuralı, yalnız ceza usulü alanına değil, diğer uygulamalara da hitap eder. Çünkü Anayasa bu kuralı sınırlı tutmamıştır. Bu sebeple masumluk karinesi koyan Anayasa kuralına sanıkların bazı haklardan, muvakkat de olsa, mahrum edilmeleri sonucunu veren uygulamalar ve buna imkân veren kanun hükümlerinin (memurun açığa çıkarılması gibi) Anayasaya uygunluğunda haklı olarak tereddüt edilebilir.

    İsbat külfetini sanığa yükleyen her kanun hükmünün "masumluk karinesi"ne aykırı olacağı da ileri sürülmüştür.
    Delil kifayetsizliği gerekçesi her çeşit suçlardan (hattâ taksirli suçlardan) beraat kararında kullanılması mümkündür. Şüphe suçların yalnız sübutuna, maddî unsurlarına değil, manevî unsurlarına da (kast, taksir, saik, illiyet bağı vesaire) taallûk etmiş olabilir. Suça iştirakin, suçun cezalandırılma şartlarının meselâ âleniyet, ihtilât gibi) sübutu bakımından şüphe nazara alınacaktır. Zaman aşımının, şikâyet mehlinin dolup dolmadığının şüpheli kalması mümkündür.

    Delil yetersizliğinden beraat, "şüphe sanık lehinedir" kuralının somut bir uygulamasıdır. "Şüphe sanık lehinedir" kuralı eşit değerde bulunan hallerde --Şüphenin bulunduğu hallerde-- lehde olanın tercihini gerektirir. Bu genel bir kuraldır, örneğin suçun işlendiği zamanın kesinlikle anlaşılamadığı hallerde zaman aşımının dolduğu kabul edilmelidir.

    Şüphe sanık lehine kabul olunur kaidesine göre verilen beraat kararı:

    Delil yetersizliğinden beraatın, diğer sebeplerden ve meselâ failin isnad edilen suçu işlemediğinin sabit olması sebebi ile beraatten, bir farkı vardır. Delil kifayetsizliğinden diğer bir deyimle şüphenin sanık lehine kabulü ile beraatte daima halledilmemiş bir mesele geride kalmaktadır. Suçlu olup olmadığı şüpheli kaldığı için beraat eden kimsenin bir hüküm ile ilân edilmiş şüpheyi ortadan kaldırmasına imkân da yoktur. Beraat ettiğinden kanun yoluna gidemez, beraat kararını reddetmeğe de hakkı yoktur, muhakemenin yenilenmesini de isteyemez, zira beraat etmiştir. Bu neticeler sanık için pek ağırdır.

    Tatbikatta rastlanan "delillerin takdirinin mahkemeye ait olduğu" gerekçesile, yetersiz delil ile savcının kamu davasını açması tama mile usule aykırıdır. Kâfi delil olmadan veya toplanmadan davanın açılması hem adlî makamların kendilerini haksız olarak "vazifesiz" saydıklarını ve hem de delil toplamak vazifesinin gereği gibi yapılmadığını gösterir.
    Şüphenin sanık lehine kabulü ile verilen beraat kararlarının daima tereddüt ile karşılanacağı düşünülerek kifayetsiz delillerle dâva açılmaması şarttır. Bazı meslek veya hizmetlerin (meselâ memuriyetin) ifası için muayyen suçlardan mahkûm olmamak veya bazı cezalarla cezalandırılmamış olmak şartı mevcut bulunduğuna göre şüphe gerekçesiyle beraat halinde bu hükmü, kesin bir beraat gibi kabulde daima güçlük mevcut olacaktır. Bu çeşit hükümleri kat'i beraat hükmü gibi kabulün âmme menfaatına aykırı olduğu dahi düşünülebilir.

    Esasen delil kifayetsizliğinden beraat eden kimselerin, izahsız kalan bir grup teşkil ettikleri görülür. Bunlar mahkûm değildirler. Fakat suçsuz oldukları da kesin surette anlaşılamamıştır. Bu durumu hukuk yönünden izah pek güçtür. Fakat "şüphe"nin başka sebep ve ihtiyaçlarla hukukta meşru sayılan müesseseler halinde kabul edildiği de görülmektedir. Hususî hukukta dahi bunun misâlleri vardır, bir kimsenin hayatta olup olmamasının şüpheli olduğu halde gaiplik müssesesinin karşıladığı ihtiyaçlar malûmdur. Esasen şüphe, hukuki gerçek olarak kabulünden evvel, beşerî bir gerçek olarak mevcuttur. Bir bakıma, şüphenin sanık lehine kabulünü, "kanunsuz suç olmaz" kaidesinin son bir teminatı olarak görmek mümkündür.
    Zannımızca, konu çözülebilir. "Delil kifayetsizliği" ile "delil yokluğu" kavramlarını ayırmak lâzımdır. Delil kifayetsizliğinde, sanık aleyhine bazı deliller mevcut olmak icap eder. Ancak bunlar onun suçu işlediğini göstermeğe yeter sayılamamaktadır. O halde şüphe, sanığın lehine kabul edilmek suretile beraat karan verilebilmesi ancak bu çeşit durumlarda mümkün olabilir, delil yokluğunda beraat sebebi olarak "şüphe" gösterilmemelidir. İtalyan yargıtayının bir kararında denildiği gibi delil yokluğundan beraat etmesi lâzım gelen sanık hakkında şüphenin gerekçe olarak gösterilmesi haksızdır, zira şüphenin sanık lehine kabulü suretile beraatin manevî ve hattâ hukukî (veya hiç olmazsa fiilî) bazı neticeleri vardır.