Vakıf Hakkında
Faruk Erem
Hümanist Dergi
Doğa

Cezanın İnfazı Kavramı

Tac Mahal

Suçlu Bulunmazsa

Başlar

Timsah

Faaliyetlerimiz

Delil Psikolojisi

Sağlık Köşesi

Yozgat

Hawai

Zerde

Ön Kapak İçi

Arka Kapak İçi

Arka Kapak


Haberler
Gezelim Tanıyalım
Bize Yazın
Mithatpaşa Cad. No:66/6      Tel: 0312-419 38 65      Fax: 0312-419 76 25
    Delil psikolojisi hakkında genel bilgiler:

        eza Yargıcı "Mutlak gerçeğe" göre değil, "Kanaat" ve "İspatlanmış duruma" göre kararını verir. Gerçek Objektif, düşünce sübjektiftir. Eğer yargıçlar mutlak gerçeğe göre hüküm vermekle yükümlü tutulursa -Adli işlerde matematiksel bir gerçeğe ulaşmak mümkün olamayacağından - hemen daima hüküm vermekten kaçınacaklardır.

    Matematiksel gerçekler kesindir, değişmezler. Çünkü bunlar hakkında, neticeye ulaştıran bütün unsurları bilmek mümkündür. Halbuki adlî işlerde tam bir bilgilenme çoğunlukla mümkün olmaz. "Suçlu insan gizeminin bugün ancak bir kısmı çözülmüştür. Diğer taraftan soruşturma, hadisenin her yönünü ortaya koymamış olabilir. Bu sebeple değil midir ki Ceza Usulünde karar ve hükümlerin bozulmasını sağlayacak kurumlar mevcuttur. Hattâ pozitivist okul "Kesin hüküm" (kazayei muhkeme) nin kaldırılmasına taraftardır.

    Mutlak gerçeğe ulaşamayacağı gözönünde tutularak yargıçtan "Vicdan kanaât'ına göre hüküm vermesi istenir. Vicdan kanaâti sübjektiftir. Fakat bu kanaât, yargıcın arzusuna, basit izlenimlerine dayanmaz. Vicdan kaanati objektif delillere dayanmak zorundadır. Ancak bu sayede kanaat "Keyiflik"den ayrılır. Deliller belirli bir psikolojik netice (yargıcı inandırmak) ye yöneliktir. Bir delilin "inandırıcı" olup olmadığı bu neticeye göre ölçülecektir.

    Hukuk usûlünde yargıç genellikle "Kanunî deliller" le bağlıdır. Hattâ bazen taraflar ihtilâf halinde kullanılacak delilleri evvelden tespit edebilirler. Bu sebeple "Şeklî gerçek" ile yetinmek, Hukuk Usulünde mümkündür. Halbuki Ceza Usulünde "Maddî gerçek" esastır. Çünkü ortada fertlerin hususi menfaatlerinden daha önemli menfaatler söz konusudur. Bu sebeple Ceza Usulünde delil serbestisi esastır.

    Şahadet psikolojisine giriş:
    Şahadet psikolojisinin bilimsel bir şekilde incelenmesi yirminci asrın başından itibarendir. Şahadet psikolojisini etraflı bir şekilde ilk ele alan Fransız psikologu A. Binet (1857-1911) dir. Binet'nin incelemeleri ilk zamanlarda hukukçular arasında ilgi uyandırmamıştır. Daha sonra (1902) Stern, şahadet psikolojisi üzerinde daha geniş incelemelerde bulundu ve yaptığı araştırmalar gerek psikologlar, gerek hukukçular arasında ilgi uyandırdı. Stern'in kullandığı usul şu idi: Kendilerine evvelden haber verilmeksizin şahıslar bir olaya şahit oluyorlar veya kendilerine bir resim gösteriliyor, kısa veya uzun zaman sonra kendilerine sorular soruluyordu. Bu soruların gerçeğe uymayan tarafları şahadetin değerini takdirde önemli neticeler teşkil ediyordu.

    Hâkim gerçeğe ulaşabilmek için suç denilen hâdisenin nasıl cereyan ettiğini bilmek mecburiyetindedir. Bu sebeple hâkim hadiseyi yeniden ve imkân nispetinde olduğu gibi hayalinde canlandırmak zorundadır.

    Bu işlem için hâkim basit ve şahsî tahminlere girişemez. Düşüncelerini delillere dayamak zorundadır. Adlî Psikoloji bakımından delilleri ikiye ayırabiliriz: "Şahadet" ve şahadetin dışında kalanlar. Bu sonuçlara "maddî delil" adını verelim.

    Hukuk usulünde şahadet değerini ve yerini önemli ölçüde kaybetmiştir. Bütün medeni memleketlerin hukuk usulü kanunlarında belirli bir sınırdan sonra davacı iddiasını, ancak yazılı delillerle ispat edebilir. Fakat buna rağmen medenî hukukun bazı vakalarında şahadet kendisinden vazgeçilemeyen delil durumundadır. Boşanma davalarında bazı hususların ispatı gibi.

    Ceza sahasına gelince: Şahadet eski önemini kaybetmiş olmakla beraber, terkedilmiş durumda değildir. Çünkü suç ânî diyebileceğimiz bir şekilde meydana gelir. Mağdurun veya savcının iddiasını ispat için evvelden delil tedarik etmesine imkân yoktur. Şahadete bağlı kalmak mecburiyetinden dolayı ceza adâletinde işlenmiş hatâlar pek çoktur. Eğer adlî hatalar incelenecek olursa, bunların sebeplerinin başında şahadet delilinin çürüklüğü gelir. La Bruyere bir eserinde "ben hırsız veya kaatil değilim, fakat günün birinde bir hırsız veya kaatil gibi ceza göremeyeceğimi iddia edemem" demektedir. Bu sözde gerçek payı büyüktür. Birkaç yalancı veya yanılan şahidin sözüne, herhangi bir vatandaşın şeref, namus ve hayatını bağlamak, toplumdaki güveni ve özellikle adlî makamlara ait olan güveni geniş ölçüde sarsar.
C
    İşte bu ve ileride inceleyeceğimiz diğer sakıncaları nedeniyle ceza sahasında şahadetin kaldırılmasına doğru bir cereyan başlamıştır. Bu cereyanın iki yönü vardır. Birinci yönü "Kriminalistik ilmi"nin yeni gelişmeleri, ikinci yönde şahadet delilinin sakıncalarını ve özellikle şahitlerin psikolojisini izah suretiyle yargıçlara şahadetin sakıncalarını önleyecek imkânları vermektir.
    Hâlen doğru şahadet elde etmek için uygulanan teknik faydasız, hattâ zararlıdır. Bu teknik, şahidi İnsanî veya İlâhi bir ceza tehdidi altında tutmak suretiyle doğru söyleyeceği ümidine dayanır. Halbuki her şey şahidin "ahlâki vicdan"ına dayanır. Sorgunun tehditli, merasimli havasından en çok etkilenenler bu ahlâki vicdana sahip olan şahitlerdir. "Ahlâktan yoksun şahit" in veya "ahlâk dışı şahit"in bu teknikle etki altında tutulabileceği zannolunmamalıdır. Bu açıdan düşünen bazı yazarlar "şahit yemini"ni lüzumsuz saymaktadır.

    Kriminalistik ilminin şahadetin önemini azaltıcı ve hiç olmazsa bazı sahalarda şahadeti terkettirici gelişmesinden kısaca bahsettikten sonra asıl konumuz olan şahadetin psikolojisinden söz açacağız.
    İlk defa özellikle mükerrirlerin tanınması imkânlarını araştıran kriminalistik ilmi yavaş yavaş ceza hukukunun diğer sahalarına nüfuz etmiş ve bugün ceza hâkiminin en önemli vasıtalarından biri haline gelmiştir. Halen parmak izleri sisteminin ulaştığı gelişme, ve elde ettiği sonuçlardaki kesinlik bu izlere raslanan hâdiselerde "adlî hata" ihtimallerini hemen hemen ortadan kaldırmış gibidir. Parmak izlerinden başka ayak izleri; otomobil tekerlekleri veya vücudun bazı kısımlarının yumuşak maddelere bıraktığı izleri araştırma, ateşli silâhlar üzerinde yapılan araştırmalar, kriminalistik ilminden çıkarılan neticelerin adli hadiselere tatbiki, evrak üzerindeki sahtekârlıkların yeni usûllerle tespiti, suçta kullanılan yazı makinelerinin teşhisi, kalpazanlık suçlarında tahlil, zehirlenme, boğulma vakalarında kan ve bazı uzuvların fennî incelemelere tabi tutulması ve daha birçok hâdiselerde müspet esaslardan faydalanarak şahadet deliline duyulan ihtiyacı ortadan kaldırma imkanı doğmuştur. Fakat bütün bunlara rağmen ceza sahasında şahide lüzum yoktur diyecek durumda değiliz. Bugün hiçbir fennî usûlle ispatı mümkün olmayan hâdiseler karşısında delil olarak, şahitten başka elimizde vasıta yoktur.
Bu sebeple sakıncaları bilinen şahadetin hiç olmazsa zararlı taraflarını ayırmak ve şahidin sözlerinden gerçeği çıkarmak yeteneğini vermek lâzımdır. Bu sebeple adlî psikolojinin en önemli konulardan biri şahadet psikolojisidir. Hattâ diyebiliriz ki adlî psikoloji sahasında yazılan kitapların büyük çoğunluğunun konusunu şahitlerin psikolojisi teşkil eder. Bu sebeple şahidin psikolojisi üzerinde uzunca durulacaktır.

    Yalan:
    "Şahit dışarda meydana gelen olaylar konusunda bildiklerini hâkime beyana mecbur olan üçüncü şahıstır. Şahidin ilk vazifesi doğruyu söylemektir. Eğer doğruyu söylemezse veya eksik söylerse şahidin ceza görmesi gerekir. Acaba her zaman doğruyu söylemeyen veya eksik söyleyen şahide ceza verebilir miyiz? Kanun yemin ettirerek şahit dinlemeğe izinli olanlar önünde "şahadet ederken yalan söyleyen veya gerçeği inkâr, veya sorguya çekildiği konuda bilgisini az veya çok saklayan (TCK.286) nı cezalandırır. Fakat bunun için herşeyden evvel cürüm sınıfına giren bu suçun kasten işlenmiş olması lâzımdır. Kasten yalan söyleyen veya gerçeği gizleyene "yalancı şahit" diyoruz. Halbuki şahitlerin büyük bir kısmı yalanı kasten söylemez. Yanılarak veya ihmâl ederek, bilmeyerek yalan söyler. Sonuç olarak bu kasıtsız yalancı şahitler cezasız kalır. Bu cezasız kalmanın büyük bir önemi olmazsa da samimî yalancıların sözlerine inanarak hüküm veren hâkimin manevi mes'uliyeti çok büyüktür. Hâkimin görevi sadece şahit dinlemek değil, aynı zamanda şahidin sözlerindeki doğruyu, yalanı, yanlışı kestirebilmektir. O halde yalan nedir? Genellikle yalanın kabul edilen tanımı şudur: "Gerçeğin kasten değiştirilmesi".