Vakıf Hakkında
Faruk Erem
Hümanist Dergi
Doğa

Cezanın İnfazı Kavramı

Tac Mahal

Suçlu Bulunmazsa

Başlar

Timsah

Faaliyetlerimiz

Delil Psikolojisi

Sağlık Köşesi

Yozgat

Hawai

Zerde

Ön Kapak İçi

Arka Kapak İçi

Arka Kapak


Haberler
Gezelim Tanıyalım
Bize Yazın
Mithatpaşa Cad. No:66/6      Tel: 0312-419 38 65      Fax: 0312-419 76 25
    Dava münasebeti açısından infaz:
    "Kesin hüküm" dâva münasebetini sona erdirmiş kabul edilince "infaz münasebetinin, dâva münasebeti ile ilgisini izahta güçlüğü kabul etmek lazımdır. Kunter'in ifade ettiği gibi : "Adlî teşkilât konusu muhakeme hukukunun bir bölümünü teşkil ederse de yargıların Devlet zoru ile yerine getirilmesi, yani medenî hukukta icra, ceza sahasında infaz ayrı bir faaliyet sayılmamalıdır. İnfaz ayrı bir disiplin konusunu teşkil etmektedir".

    Kaldı ki infaz kavramında "İdarî kavram" özelliği görenler de yok değildir. "Kesin hüküm"den sonra gelen safhanın ancak "idari safha" olabileceği düşünülmektedir. Bununla beraber konu şöylece berraklaştırılabilir: Yargılamada verilen hüküm "taraflar (süjeler) üstü" dür. Halbuki idarenin vardığı karar (veya yaptığı işlem) bir "tarafın kararı (veya işlemi) dir. Hükmün infazı her bakımdan "infaz hukuku" haline geldiği zaman bunda İdarî vasıf görmek imkânı da kalmayacaktır.

    Diğer bir düşünüşe göre, verilen hükmün infazını yargı kavramından ayırmağa imkân yoktur. Zira infaz bunun devamından ibarettir. Kaldı ki ceza hukuku anayasa hukukunun menfi tarafıdır. Hukukun bu iki kolundan biri müsbet şekilde diğeri menfi şekilde, esas hak ve hürriyetler için zaruri şartları göstermek suretile birbirlerini karşılıklı olarak tahdit ederler. Bu itibarla ferdin hangi şartlar altında cezaya tabi tutulacağını ancak bir yargıcın hükmü tâyin edebilir. Bu durumdan, "hükümlü" için "sübjektif haklar" doğar. İnfaz idaresinin bu hakları ihlâl eden her hareketi bu idarenin hukukî, cezai ve inzibati mes'uliyetini icap ettirir.
    Bu suretle hürriyetin tahdidinin "hukukî münasebet" yönünden ele alınması infaz idaresinin keyfîliğini bertaraf eder. Mahpusların hak ve vazifelerinin "kanun" ile gösterilmesi, bunların "infaz memurları" nın selâhiyetine bırakılmamasını icap ettirir. Hürriyeti bağlayıcı bir ceza, yalnız hürriyeti tahdit etmeli, bunun dışında tahditler doğurmamalıdır. Aynı sebeple cezanın, "masum"lara sirayeti (hükümlünün ailesine tesiri) haksızdır. Zira bu kimseler için, bu neticelere katlanmak hususunda hiç bir "hukukî mecburiyet" yoktur. Bu itibarla Devlet, onlar hakkında bu suretle vukua gelen zararı "tazmin" ile mükelleftir.
    Hâkimin bir süre hapse mahkûm ettiği kimse, havasızlıktan, ışıksızlıktan, gıdasızlıktan, hasta ise bakımsızlıktan ölürse bunun sorumlusu kimdir? Hâkim onu ölüme mahkûm etmemişti. Hapishanede insan öldürürlerse, esrar ticareti yapılırsa, ırza geçilirse, haraç alınırsa, hapishanede isyanlar birbirini kovalarsa bunlara karşı umursamazlığımızı hangi özre bağlayabiliriz?

    İnfaz sistemimizi mutlaka gözden geçirmemiz gereklidir. Ayrıca "infaz hâkimliği" müessesesi de kurulmalıdır. İnfaz âmiri "Savcı" olursa, şikâyetler, ceza evi müdürü aracılığı ile ancak savcılığa ulaşabilirse bundan "şikayet hakkını kullanmanın sağladığı sonuç" elde edilmiş olamaz. Çünkü ceza evinde alınan bir önlemin veya herhangi bir işlemin haksızlığından, sorumlusuna şikâyet anlamsızdır. Buna mutlaka bir "hâkim" in karar vermesi gerekir.

    Dâva ve infaz münasebeti ayrımı:
Bu iki münasebeti birbirinden ayıran kanun ölçüsü "kesin hüküm"dür. "Mahkûmiyet hükümleri kesinleşmedikçe icra olunamaz" (CMUK.395). Bu kaide "kesin hüküm" hakkında evvelce verilen izahlarla birlikte incelenmelidir. İnfaz "muhakemenin üçüncü safhasıdır" kanısında isabet vardır.
    Komisyonun şimdiye kadar verdiği kararlar "ceza evlerinde insan hakları" adı altında, bir kitapta toplandı ve bütün ülkelere ve ilgililere dağıtıldı (Les droits de I'Homme dans les prisons, 1976, Strasbourg).

    Şikâyetlerin pek çoğu "öğrenim hakkı", "sağlık hakkı", "basını takip hakkı", "düşüncesini yayma hakkı", "özel hayatına saygı gösterilmesini istemek hakkı", "seçimlere kolayca katılma hakkı", "avukatı ve ailesi ile yazışmalarının denetim dışı bırakılmasını isteme hakkı", "keyfi disiplin önlemleri" ne, "işkence"ye, ceza evinden ceza evine "haksız nakiller"e, "hücre cezasına, karşı "itiraz hakkı" gibi konulara ilişkindir.
    a) Hükümsüz infaz olmaz kuralı: Bu kural daima göz önünde tutulmalıdır. Kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti, kanunun açıkça gösterdiği hallerde usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça kayıtlanamaz kuralı yalnız tevfîke ait bir hüküm sayılmamalıdır. Esasen tevkifin kanuniliğini gösteren başka bir hüküm mevcuttur (Anayasa 19).

    b) Mahkeme hükmünün yorumu: Hükümsüz infaz olmaz kaidesi esas tutulunca ancak hükümde yazılı olanın infazı mümkündür. Bu sebeple hükümde gösterilmeyen hususlar mevcut sayılarak infazda netice çıkarılamaz. Meselâ hakkında adam öldürmekten verilen kesin mahkûmiyet hükmünde "kan gütme" saikına yer verilmemiş olan bir kimse hakkında kan gütme saiki ile suç işleyenlere tatbik edilecek kanunun (n 3236) uygulanmasına imkân yoktur. Bunun aksini kabul etmek bir mahkûmiyet hükmünü yorumlamak değil, ona yeni bir şey eklemektir.
    Bununla beraber uygulanması kanun gereği olan hususlar için hükümde sarahat bulunmaması (meselâ tutuklunun, hükümlülüğüne mahsubu, TCK. 40) infaza engel olamaz.

    Yukarıda işaret edilenlerin dışında bir "mahkûmiyet hükmünün tefsirinde tereddüt" edilebilir (CMUK. 402).

    Böyle hallerde "hükmü veren mahkemeden" bu hususta karar istenir. Bu müracaat savcıya münhasır değildir, sanık da böyle bir talepte bulunabilir. Bahis konusun olan mevcut bir mahkûmiyet hükmünün tefsiridir, bu sebeple hükmün yeni baştan ele alınması, düzeltilmesi, ilâvede bulunulması mümkün değildir. Hükümde, "suçun meskût bırakılması halinde tesfir yoluyla sonradan mahkemece ikmaline cevaz yoktur". Mahkemece verilecek "tefsir kararı" na karşı temyize başvurulamaz, ancak "acele itiraz" yoluna başvurulabilir (CMUK. 405, f 3). "Müdahil dâvacı" dahî bu itiraz hakkına sahiptir.

    II. İNFAZ KURALLARI:

    İnfaz görevlisi:
    Mevzuatımız "cezalarının infazı" ile, kaide olarak, savcılığı görevlendirmiştir. "Cezanın infazı mahkemeden verilen ve aslına mutabık ve icrası kabil olduğu reis veya hâkim tarafından tasdik edilen hüküm fıkrası üzerine Cumhuriyet savcısı tarafından takip olunur" (CMUK. 396).

    Çoğunluk, savcının infazdaki görevlerini "idari" sayar. Yargı gücünün korunması ve uygulanmasındaki Devletin menfaatı nazara alınmalıdır. Diğer bir anlayış bu gücün yargıya ait olduğudur (10a).

    İnfaz görevi savcılığa verilmiş özellikleri olan bir görevdir, savcılığın diğer görevleri (meselâ hazırlık soruşturması) ile karıştırılmaması lâzımdır. Bu sebeple hazırlık soruşturmasında hâkimin kararma ihtiyaç olan vazifeli kılınmış "sulh hâkimi"nin infaz ihtilâflarında bir yetkisi yoktur.

    İnfaz çağrısı:
    İnfaza nasıl başlanacağını kanun göstermiştir :
    "Tutuklamanın cezanın fonksiyonları için de kullanılması tartışmalı bir sorundur. Liberal görüş, tutuklamayı yalnızca soruşturmanın esenliği yani aksamadan yürütülmesi için kullanmayı ister. Henüz bir yargı ile hüküm giymemiş kimsenin ne uslanmaya gereksinmesi vardır, ne de bu kimse cezanın genel önleme amacı için araç sayılabilir. Çünkü sanığın beraat etmesi de ihtimal içindedir. Cezanın amaçları için kullanmak tutuklanmanın kötüye kullanılmasına yol açar".

    İnfazın aralıksız devamı kuralı:
    Hüküm kesinleşince infaza verilecek, vakit geçirmeksizin infaza başlanacak ve infaz aralıksız devam edecektir. Kural budur. "Mahkûmiyet ilâmlarının kesinleşir, kesinleşmez derhal infazı, cezaî takiplerin başlıca hedefini teşkil ettiği ve cemiyet nizamını tehdit ve ihlâl eden fiillerin ancak bu suretle men ve tenkili mümkün bulunduğu malûmdur. Fakat derhal infaz kuralına kanun bazı istisnalar kabul etmiştir.

    a) Hastalık : Kanun ancak muayyen çeşit veya muayyen vahamette hastalıkları infaza başlanmasına engel kabul etmiştir :

    a') Akıl hastalığı : Hükümlü akıl hastalığından iyileşmedikçe "ölüm cezası" ve "hürriyet bağlayıcı ceza" (TCK. 11) infaz edilemez (TCK. 12 CMUK. 399), infaz başlamış ise durdurulur, (bk. İnfaz Kanununu değiştiren 1712 sayılı K.2).

    b') Diğer hastalıklar: Bunlar ölüm cezasının infazına engel sayılmamışlardır. Fakat "bir hastalık hürriyeti bağlayıcı bir cezanın (TCK. 11) infazı halinde mahkûmun hayatı için kafi bir tehlike teşkil ediyorsa" (ileri derecede tüberküloz gibi) bu cezanın infazına başlanmaz, infaz iyileşinceye kadar geri bırakılır (CMUK. 399, F 2). Bahis konusu hastalık, infaz halinde "tehlikeyi kafiye" teşkil edecek önemde olmalıdır. Eğer böyle ise tehiri istemek hükümlü için bir "hak"tır.

    Bu hükümler henüz infazına başlanmamış olan cezalar hakkında mıdır? Hükmün infazına başlandıktan sonra böyle bir hastalık zuhur etmiş ise infaz durdurulabilecek midir? Bir anlayışa göre "mahkûmun hapishane hastahanesinden başka bir hastahaneye kaldırılması halinde hastahanede geçirdiği müddet cezadan indirilir" (CMUK. 404), hükmü kanunda yer almış bulunmaktadır. Bu suretle, hastalık halinde dahi "infazın inkitasız devamı hakkındaki ceza infaz hukuku esasları"na riayet edilmek istenmiştir. Aksoy'un kanaatine göre "sıhhî sakınca yüzünden infazın geri bırakılması, henüz infazına başlanmamış olan cezalar hakkında uygulanır". Kanunun 399. maddesinde "...cezanın infazı iyileştikten sonraya bırakılır" denmiş olması, esasen bu gibi hallerde özel af müessesesinin bulunuşu, hükümlüleri sıhhî sebep bahanesi ile tamamen hür kişiler statüsüne sokmanın çeşitli sakıncaları olduğu gerekçesi bu kanaatin esasını teşkil etmektedir. İkinci anlayışa göre, böylesine bir hastalık, başlanmış olan infazı, iyileşmeye kadar durdurur. Kunter de bu fikirdedir. Alacakaptan'ın kanaatine göre savcılığın infazın durdurulması kararı mahkeme kararlarının yerine getirilmesine İdarî makamların mâni olamıyacağı yolundaki Anayasa kaidesine (m. 132) aykırı değildir, lâfzi yorumdan kaçmak gerektir, "infazdan önce tesbit edildiği takdirde infazın başlanmasına mâni olabilen bir hastalığın infaz esnasında zuhuru halinde de onu durdurması gayet tabiîdir" esasen "kıyas" usulde caridir.
    Hükümlünün hayatı için tehlikeli hastalıktan dolayı cezanın infazının tehiri veya durdurulması hususundaki talebin savcılıkça reddi halinde hükümlünün mahkemeden karar istemek hakkı vardır. "Yetkili mahkeme, mahkûmiyet kararını vermiş olan mahkemedir". Bu mahkeme kaldırılmış ise yerine geçen mahkemeden (Yüksek Adalet Divanı yerine Yüce Divan sıfatı ile Anayasa Mahkemesi gibi) karar istenecektir.
    a) Davetiye : Hükümlü, mahkûmiyet kararının kesinleştiği anda, tutuk değil ise, habersizce yakalanıp ceza evine konulması usule uygun değildir. Böyle hallerde hükümlüye "cezasını çekmek üzere davetiye gönderilir (CMUK. 401). "Habersizce infaza geçilmesi"nin tatbikatta haksız örneklerine rastlanmıştır. Hükümlünün dört aylık tehir talebine (CMUK. 400) hakkı olduğuna göre "habersizce infaza geçilmesi" kanun aykırı bir tatbikattır.

    b) İhzar, tevkif, yakalanma müzekkeresi: Hükümlünün dâvete uyması lâzımdır. Hükümlü davete gelmezse veya kaçacağı hakkında şüphe uyandırırsa savcı hürriyeti bağlayıcı cezanın infazını sağlayabilmek için "ihzar" veya "tevkif" müzekkeresi verebilir, hükümlü kaçmış veya saklanmış ise, savcı aynı maksatla "yakalama" müzekkeresi çıkarabilir (CMUK. 401). Bu müzekkereler için hakime başvurmağa (CMUK. 405) lüzum yoktur. Savcı, infazla görevli olduğundan, bu maksatla, sayılan müzekkereleri verebilecektir.
    İnfaz prensipleri:
    Modern "infaz ilmi"nin bazı prensiplere bağlı kaldığı görülmektedir:

    a) Gizlilikten kaçınma kuralı: Bu kural cezaların alenen infazı demek değildir. Bununla beraber cezanın "genel önleme" amacına daha iyi varabilmesi için "ceza âlenen infaz edilmelidir kanısı ileri sürülmüş ise de hükümlünün "teşhir" i "ıslah" gayretlerine aykırı sayılmaktadır. Bu itibarla kural, hükümlünün meçhul bir mahalde, bilinmeyen usullerle infaza tâbi tutulamıyacağım ifade eder.

    b) İnsanca infaz kuralı: Hükümlülere uygulanacak infaz usulü insanca olmak zorundadır. "İnsan haysiyetiyle bağdaşamayan ceza konulamaz" kuralının (Anayasa 17) cezaların infazının da insanca olmasiyle müşahhas bir değer ve anlam kazanması mümkündür. Bu sebeple cezaların vasıfları hakkındaki kuralların infaza etkili sayılması lâzımdır. Türk Devletinin de katıldığı "mahpusların tâbi tutulacağı asgarî İnsanî muamele hakkında Birleşmiş Milletler Teşkilâtınca tesbit olunan esaslar" dan ayrılmağa imkân yoktur. Bu esaslara göre "mahpus" ile "hür vatandaş" arasında "insanlık haysiyetini rencide eden farklar" yaratılamaz. (Anayasa 14). "Kimseye eziyet ve işkence yapılamaz" (Anayasa 17). O halde hükümlüye de işkence yapılamaz, eziyet edilemez. Hükümlülere disiplin sebebi ile uygulanacak "zor tedbirleri" insanca olmaklık ölçüsü ile sınırlı bulunmağa mecburdur.

    Cezaevine konanların,çıkıncaya kadar insan haklarından yoksun sayıldıkları anlayışına dayanan infaz sistemimiz Hukuka yasalara, hatta Milletler arası anlaşmalara aykırı düşmektedir.

    Milletler cemiyeti döneminde "Hükümlülere uygulanacak asgarî İnsanî muameleler" saptanmış, anlaşmaya katılan ülkeler bu asgarî'nin altına inmeyeceklerini taahhüt etmişlerdi. Devletimiz de buna katıldı. Fakat hiç bir şey yapılmadı. Birleşmiş Milletler döneminde yeni bir anlaşmaya varıldı, asgari insani muamelenin sınırları yükseltildi. Devletimiz buna da katıldı. Fakat hiç bir şey yapılmadı.

    Bugün dış ülkelerde artık asgarinin tartışılmasında değil, "hükümlünün insan hakları" üzerinde durulmaktadır. Konu hızla gelişiyor. Bu gelişmeye en büyük katkı "insan hakları komisyonu"nun verdiği kararlardır. Komisyonda hükümlülerden gelen şikâyetler İncelenmekte, soruşturulmakta, haklılığı veya haksızlığı karara bağlanmaktadır.

    Hükümlü cümle haklarından yoksun kılınmış kişi sayılamaz. Hükümlünün dokunulmazlığı ve hürriyeti sadece kayıtlanmıştır.